Kayıtlar

Ekim, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

dünya değişti ben hippy kaldım!

Ruhum eve döndü sonunda, uzun uğraşlar sonrası, onun bir hippy olduğunu; ruhumun yani, farketmem beni şaşırttı mı, hayır! Sanki başka birşeymişiz gibi! O kadar Janis japlin dinliyoruz, hepsi boşunaymış gibi. (bkz: ruh beden gönül kalp beyin kombinasyonu) Bu gece blues dinliyoruz hep beraber! iyiyiz yaa.. Evde ne dans, ne dans! Arada sokağa çıkıp evi dinliyoruz, sorun yok! Yani alt üst yan komşu muhabbeti olmadığı için, ya da kepenkler bizi koruduğu için, ya da rüzgar da yeterince çıldırdığı için, ya da tahammül ettiği için kasaba bize, arada kaynıyor cumartesi 68 ruhu partimiz... Ev kedilerimiz köşelerinde alışkın uykuda. Üvey kedilerimiz sakin, kuytuda doygun. Bilgisayarın etrafı, yerler, askılar, divan, koridor ıncık cıncık dolu.. Deniz yaptığını asıyor. her birini tek tek öpüyor ruhu, keçeleri delirtiyor sonra ponponlarla sakinleştiriyor, o kadar güzeller ki diyor gönlü, kucaklıyor her yaptığını, beyni bunları kime kaça satacaksın ulan diyor, amsterdam bağlantısını bir an önce kur d

kızarsam bin boncuk şiddetinde kızarım

Hayatının emeklilik sonrası 6 yılını takı tasarımına ve satışına ayırmış (yarı amatör yarı profesyonel biri olarak) çünkü 20 yılı da reklam sektöründedir. Kızgınım. Çünkü Kent pazarlarında birileri var...Bunlar ne alırsan 1 milyoncu da değil, yine çin hint toptanını biliyoruz da, öylesi de değil. bu kadar da olmaz diyoruz..Ametist yarı değerli taş bilezik satıyorlar, 3 sıra örülmüş, lastikli..5 lira. Birileri çok yoksun olmalı ki bu adama satması için veriyor. Benim bir tane alırken bile canım yandı.. Taşlar çok küçük, delikleri de. Tel tig isi. Dize toptan fiyatlarını da biliyoruz be abicim.. çüşşşş!

ben bende tutuklu kaldım...

.............

biz ne güzel insanlarız di mi!

26 ağustos 2009, gezegen dünya. gün pazartesi. Muavin: Ömrümde bu kadar problemsiz yolcu görmedim. Ama uyandırmasam Alibeyköy'de, Bornova'da ne bileyim bi yerlerde sonsuza kadar uyuyacaktı; şükür kalktı gitti. Cangoo: İzmir'de kalsam daha iyiydi, bu kasabada canım sıkılıyor; bir de arkada unutulmuş bir dergi yüzünden neredeyse yan camım parçalanıyordu, çocuklar ciddiye almadı da yırttık! Fransa Konsolosluğu: Geldi yine deli karı, 10 yıldır biz bıktık o bıkmadı, şu vizeyi verelim de, kurtulalım. Deniz Susan: Vizeyi yine koparttık ho hoyt efem.. Kaçalım, açılalım, kurtulalım buralardan. Paralar havayollarına uçuyor, sevgilim, yoksam haftaya mı gelsem?) Sevgilim: Bugün 1200 kulaç attım, çok yüzdüm. Zagotların fotoğraflarını çekmeye gidiyorum, Şimdi kucağımda kim var biliyor musun? Bahçe kedileri: Sen gidince bize kim bakacak peki? Atölye: Çabuk geri dön, yoksa tepende şeytanlarla melekleri çarpıştırırız.. Tahtakale: Enayi geldi, boncuklar son moda, ver gaz, veeerr gazzzzzzzzzz

vize hazırlığı

Resim
Mini ve Bidi'yi Karaburun evinde bırakıp gitmeye karar verdim. Boncuk Kangu da kalsın. Otobüsle giderim. Sırt çantam hazır, kalbim değil.. Paris günlerini yeni projeler için grafik tasarım ve photoshop tazelemeye ayırayım diyorum ama, 3.5 hafta ellerimin delireceğini biliyorum. İstanbul için minik bir malzeme listesi yaptım. Umarım üzerine abartma tozu ekmem! İklim o kadar güzel ki bu aralar, insanın yerinden kıpırdayası gelmiyor...Gökyüzü kapalı, hava ılık, rüzgar dingin, deniz buğulu. İskeleyi son turistler de terketti. Kaldık biz bize. Çetken (Yeni adıyla Karaburun) Kafe'de artık Ergin Pansiyon'un Volkisi duruyor. (Canım benim!) Ve sukabağından rakı kapaklı püsküllü çanlı 3 adet tavan süsüm açılış gününün heyacanını anımsatıyor o gece orada olanlara.. (fotolarını çekeyim, ne olur ne olmaz, kimi gadrini bilmeyenlerce çöpe atılmadan!) Atölyeye inip roman radyo kanalı eşliğinde oynaya oynaya, otantik takılarımdan 3 tane attırdım dün; kıpırdanma başladı sefil ruhumda, sonra

bahçede kanat mangal günü

Atölyeye indim, az çalıştım. Dinlenmem gerek, hevesim sıfır. Beşte beklediğim Fransız turistler sözünü tutmadı, onlar yerine radarda görevli başka bir muhabbetçi grup geldi.. Bunlar İngilizce konuşamaz, ben Fransızca. (Ankaralı arkadaşların bahçe daveti çok iyiydi, bu salaklar ve Emel/Ergün'ün ard arda telefonları yüzünden yarıda kesmek zorunda kaldım. Yorgunum yahu...

marifet iltifata tabidir!

Üstünde uzun uzun düşündüm bu deyişin. Hüner ödül gerektirir, Beceri mükafatlandırılmalıdır, ona göredir yani. O kadarsa bu kadar olmalı, ne kaa köfte o kaa ekmek değildir, yaptın mı ebenin patikası bişi, iyiyse, hoşsa, birileri mutlaka görmek, onaylamak, alkışlamak zorundadır gibi midir, ulan yoksa ben mi delirmişimdir? Yani 21.yüzyıl deyişiyle bu bir motivasyon mevzuu mudur, birileri bana yağ mı çekmektedir, nedir, nedendir, nasıldır, bunu söyleyenin kastı nedir? Hamiş: Not kağıdıma yazıp eve geldim lafı, söyleyen ve tanışları Parlak, Salman köyleri civarında yaklaşık 60 dönüme zeytin dikmektedirler, neyin nesi, kimin fesidirler, neden bu işleri yaparlar, niyetleri, yanımızda işleri nedir, bilmeyiz! Sahi;(a uzundur artık, şapka kalktı, kullanmak yasaktır. 2 kez kullansam aabii demek gibi olcek,,, yok abisiz hayatımız daha iyidir) Pazardan deli gibi sebze stoklayınca, ev orta halli yerli turist evi gibi kokmuş. Dondurucu dolu. Karnabahar salata, ıspanak kavurma, pırasa hazır... (2 ayd

gittim..kaldım..döndüm!

İnsanlar tatile deniz kıyısına, otele, ormana, dağa falan gider. Ben de gide gide İzmir evime gittim. Tatil arkadaşlarım Mini ve Bidi'ydi. Bütün listelerimi kenara bıraktım, Kanapeme şöyle bi uzandım. Ohh bee.. Aylardır ilk kez birşeyler yapmadan ve satmadan zaman geçirmek nasıl bir şeymiş! Önce dolabı doldurdum. Yeni filmler aldım. 7 tane de izledim peşpeşe. Kitaplığımdan okumalar yaptım. 2 gece dostlarla kafa çektim. Kıyıda oturup kente, Karşıyaka'nın ışıltısına, önümden hızla geçen yüzlerce araca baktım. Kenti özlemek budur işte dedim..Tıkır tıkır çalışan kablo tv'm, dev ekranım, konforlu yatağım, pratik mutfağımı özlemişim be.. Kablo internet çalışıyordu, ama bilgisayar yoktu, netbook kararını yurtdışına bıraktım. (biraz vitrin bakmak istiyordum, zaman kalmadı.) Döndüm geldim. Bahçe kedilerimi sütlü ekmeklerle doyurarak bana bu olanağı sağlayan komşum Sakal Faruk'a buradan selam ederim.

lodos esti, standlar uçtu, özgürlük geldi!

Bir telefon, anında iskeledeyiz komşu Faruk'la. Bütün standlar arkaya kaykılmış, belediye alarmda. Faruk da diyor ki önce mankeni kurtaralım, tecavüz eden falan olur, başımız belaya girer! Zaten tıklım tıkış arabaya kalan katlanır masa, raf, 2 adet eskiden cips şimdi takı askıntısı olan demirbaşımızı sığdırıyoruz. Kollarımızı adaya ve delirmiş rüzgara doğru açıp avazımız çıktığı kadar "Eyyyy, özgüürrlükkkk!" diye bağırıyoruz. Sezonu bir türlü bitiremeyenlere rüzgar gününü gösteriyor. Sonra... Yer ve gök karışıyor; deniz görünmez oluyor, yağmur pencerelere 90 derece acı yapıyor, ekranda "paramparça aşklar ve köpekler" ocakta mercimekli bulgur var.

uzaklara gitme zamanı geldi

Resim
Dat dara dat dat.. DAT, DAT! Dışarıda: ışık güzin tokgöz, efekt: ertuğrul imer, oynayanlar karaburun merkez mahalle tutsakları gibilerden bir radyo oyunu başladı. Bütün kepenkler zangırdıyor, braktığımız üç beş ahşap rüzgar çanı çlang çilong yapıyor, giriş ve teras kapıları açılmış durup durup çarparak bize korku filmi ambiansı yapıyorlar ki, yemezler, abicim! (Biz de mekanımızı durmaksızın "perfect stranger" ile sarsıyoruz ki, rüzgar utansın halinden. (bu hafta batıracaktır işi, referansımız cemal saydam hocadır) Biz bu gece sevgilimize uzaklara gitmek isteğimizi, uzak buluşma talebimizi söylemişizdir. Üstelik bu coğrafyalarda perfect olamadıysak da, pek yabancı da sayılmayız artıkın! Utanmamız sıkılmamız kalmamıştır. Merakımız çoktur. Korkmamız hiç!

money for nothing, just for free!

Resim
Ne için gerçekten bütün bu uğraş? dünyanın bütün egolarını kim özgür bırakacak? Kim ne kadar okşayabilir, egolarımızı (içimizdeki çocukları), para ne kadar onlara (ve bana) değebilir? Onlar nasıl kullanır, ben nasıl? Dostsuz, kimsesiz, yalnız dolanırken oportalıkta.. denizde değil, para içinde yüzerlerken bir yandan, durmadan sağlıklarından yakınıp ağlarlarken, ölümün hem bu kadar kıyısında dolanıp hem dedikodusunu yaparlarken, nedendir bu hırs be yaw? Bir türlü çözemiyorum. Bende de Cem Baba'nın deyişiyle (Ruhu şeytanlar kadar özgür olsun) bir enayilik var, besbelli..

korkulu bekleyiş!

herkes kepenklerini kontrol etti, kapattı, verandalar boşaldı, rüzgar çanlarını zorlamanın alemi yoktu, toplandı, iskelede tekneler brandalandı, önce sıkılandı, sonra salındı, balıkçılar yeni iğneler ve misinalar öbekledi, oltalarını askıya aldılar, veeeeeeeeee standlar boşalmış gibi yaptı, ben ekmek teknemi temizledim, yerde bulduğum her boncuğa bi de selam çaktım, 5 aylık o 6m2'deki emeğimi sadece onlar bilir, (boncuklar yalan söylemez ki!) mekancılar şemsiyelerini bağladı, naylon perdeleri yerine astılar, başıboş bebek kedileri torbalayıp dağlara bıraktılar, biz korumamız altındakileri sardalyalı ekmeklerle iyicene doyurduk, (ödlek tosbaalar, Karaburun'un en meraklıları çoktan kaçtılar bittabi, yakındakiler haftasonu gelir, uzaktakiler nisan'da, hiçbir şey değişmesin sakın buralarda diyenler, en çok isteyenler, en sahtekarlarrr) kalanlar kalmalıdır, kalmalıyım şimdilik, kaldım! Duyduk ki bu ellere kış geliyor, rüzgar ekeceğiz fırtına biçeceğiz... 90 km esecek! önce lodo

Randevulu takı satışlarımla Türk turizminin hizmetindeyim!

Resim
Nasıl başlık ama! Sonia'nın, yaşları kemale ermiş 29 kişilik trakking grubuna 2 gün standda, 1 gün Nergis çay bahçesinde, 1 gün de iskelede randevulu satış yaptım. Bu bütün perşembe elimde ne kaldıysa artık takıya çevirmek, dizmek, bükmek, birleştirmek, tamamlamak demekti. Cuma yıllardır olmadığı kadar erken kalkmak, giyinip makyaj yapmak, herşeyi yüklenip sabah sabah standı hazır etmek, konuşmak, sürekli gülümsemek, yanımda yeterince euro ve tl bulundurmak, güvenlerini sarsmadan doğru fiyatlandırmak, para üstlerini karıştırmamak demekti.. Bütün siyah inciler, kültür incileri, sedefler, yarı değerli taşlar, ametist ve akikler Belçika'ya doğru yola çıktı. Fiyatlar onlar için gayet şahane, benim için emeğimin karşılığıydı. Gece 29 tane nazar boncuklu bilezik yolladım otellerine, onlar uyurken, armağan. Keşke her ay bir kere, böyle bir gruba satış yapabilsem! Kendimi bütün enerjim bitmiş gibi, o kadar yorgun hissediyorum ki. (Salı bir grup daha geliyormuş ama ben yarın standı topl

bir gün bir film seyrettim, hayatım....

Resim
Değişmedi, ama keşke değişseydi. Gelişti..Daha önceden seyretmediğim için pişmanlık duydum. Kendimi cahil hissettim. Erken öngörülü insanlardan yapımcılar... Filmin adı Brazil.. yönetmen Terry Gilliam. Retro-future diyorlar bu türe. İşin trajik yanı 85 yapımı film.. ben seyrediyorum tesadüfen öğrenip 09'da. ne kayıp..Hikayenin dünyasını 60'lardaki gibi giyinen insanlar kontrol ediyor, flat ekranlı daktilo bilgisayarları var, olmadık anlarda istediklerini tutuklayıp bi de kaza süsü verip öldürebiliyorlar (burası tanıdık da boşver), daha gözbebeği kontrolü yok, her bina girişinde yanında alıcı kuş gibi hareketli uçan robotgözler var, en önemli insanlar en küçük odalarda tutsak gibi çalışıyorlar, yönetiminin gözü de hep üstlerinde, cep telefonu henüz yok şükür, bi de borular var..her yerde, içimizin karmaşası mıdır, artık bilmem. bir de robert de niro var, haksızlık var, anarşistler var..bi bakınız! neyse müthişşş!

Belçika insan gelmek var karaburun.çalışmak var, problem yok

Resim
Ben türkiye insan..emekli..ama çalışmak lazım, çünkü istiyor ben görmek dünya... o zaman para yok, problem var. Ne zaman dostlar gelmek beraber, yapmak parti..güzelll. ben hep yapmak güzel şey, turist sevmek ben, bijuu haaaa, o zaman ne yapmak var, satmak çok çokk, para var, problem yok.

Yanni için proje: Ders 1

Resim
Benden nasıl bir öğretmen olur hiç bilmem. Zorunluluktan değil bilerek isteyerek hayatımın çeşitli yıllarında öğrettim bişeyler, birilerine. Ama önce uzun yıllar öğrendim. Üniversite son yıl stajyer oldum. Master sürecinde co-terapist bile olmayı başardım(Konuşulanların kaydedildiği, sonra bütün hatalarından dolayı canına okunduğu yıllar...İyi değildim!) ................ Hayatımı kazanmaya başladığımda da Ajansmar'da stajyer oldum. Sonra hep stajyerler oldu. Önce Tasar'da. Sonra Elips'te...(Bizde yani, öğrenenden öğretene transfer olduğum yerler!) Gelirlerdi, giderlerdi...... Reklam metni yazmaya çalışan, bir reklam şirketine kapağı atamasa da oralarda oyalananlar; hırsları, enlerini de boylarını da aşanlar vardı mesela...(Biraz palazlandıklarında boş zamanlarında kitap okuyabileceklerini sananlar!) Azarlandıklarında utanmayanlar, üstelik sıfır iş temposundayken maaşları tastamam yatıyorken, telefonda saatlerce konuşanlar! Güçlü ortağa yağ çekenler, senden öğrendiğiyle seni

en iyi arkadaşım beynim ve ben konuşuyoruz öylesine!

Öğretmek nasıl bir duygudur? Öğrenen ne hisseder? Peki öğrenmek nedir, ne kadar hazırızdır yeniye, bilene ve bilmediğimize; pozisyonlar bellidir halbuki (sıkılırsak ben bunu biliyordum ki zaten diyecek kadar ahmak olmadığımızdan mıdır nedir, öğretirken egomuzu ne kadar parlatırsak o kadar söner tüm ışığımız. bilgi iyidir, ama deneyim daha iyidir.) Özetse, eni iyisi kendini sınamaktır , her koşulda, her yenide.. Süreç insana kendini yine tanıtır, kendini her pozisyona yeniden tanımlatır, yeniden yaratır belki de. Öğretene de, öğrenene de, hazırsan eğer, hep bi daa bence, bi daa, bi daa...

tabii canımmmmm!

Seni zehirlediler diye çok korktum, ben eve döndüğümde, bundan belli kapıda olacaksın, bir daha asla kaybolma ortalıktan, aptalll! (Eve dönüşümün ardından 3 saat geçmiş, mezarlık kedileri bile gelmiş kapıya, bizimki yeni teşrif etti, delirmekte haksız mıyım, bilmiyorum) Kapının önünde avaz avaz bağırıyorum, Cinka da sanki anlamış gibilerden 2 patiyi karnında yumaklamış, göz teması sıfır, önüne bakıp duruyor. Evi kapatıyoruz, kepenkleri kontrol ediyoruz, azın, çokun, artık allah ne verdiyse hardın rock'ın dinliyoruz,, ,,,, , ,,,, , ,, ,,,, ! The unforgiven. Bütün takılarımız havluların arasında, tedbirliyiz, bunlar son parti. Kurutuyoruz, ölsek yine yapamayız, yorgunuz. (Bütçemiz açık, hesap tutmuyor. 100 tl, yani 50 euromsu bir paramız kayıptır, düşürdük mü, kaç lira üstüyle karıştırdık, hatırlamıyoruz! demek ki 2 günümüz boşunadır, komadayız) 6 saattir standda donumuza kadar ıslak, iskele neminden sırılsıklamız. Yağmur yağmıyor ama gökyüzüne bakınca, bulutları takip edemiyoruz. Öy

çlong çlang, patonk, patank!

Standa uğur getiren kedinin el sallama sesi. Otafuku......Fukusuke! Şimdi masa üstünde. İhtiyarlar kurmalı, bol tiktaklı saaatler olmadan yapamazlar ya, bu da bize artık ihtiyarlamış bir yazı hatırlatıyor. Koyduk bilgisayar yanına, hababam, debabam biteviye el kol hareketi çekmekte bize! Cuma gecesi daveti gayet international geçti. Portekizce, italyanca, türkçe, ingilizce, fransızca, hamzaca konuşuluyordu. Saat 12'de bizim cangoo murat 124'e dönüşmeden, Selo'yu iskeleye bırakıp eve döndüm. (Ne güzel; yeni, bakımlı, denize yakın ama ıssız, güneşli, özenli, pırıl ama yalnız evler var!) Yarın Bea gelecek, Alain'in annesinin(90) yeni bluzuna uygun renklerde ne takı yapabilirim, ona bakacağız. Bu sıkça yaptığım birşey burada. 2 kez bir nişan elbisesine, bir kez sürpriz sevgililer günü hediyesine uyumlu takı tasarladım. Bir müşterinin 3 yıl önce satın aldığı lastikli bilezikteki boncuklardan(ama çok seviyormuş onları) yeni tasarım kolye, bir müşterinin oltu taşından Erzurum

Eylül'ün bittiğini kavrama günü

Resim
Vay bee. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmişiz de Ekim oluvermiş... Şunun şurasında 2010'a ne kalmış? 3 ay! Dingin ve huzurlu günler onu da söyleyeyim yalnız. Bahar gibi hava, deniz sütliman. Bahçe yemyeşil. Limon ağacı donatmış tepesini yine , narlar kızarıyor, üzümler topla topla, dağıt dağıt bitmiyor, asmalar sararıp dökülürken, yabani semizotları ve zambaklar geliyor. Karıncalarda bir telaş, kedilerde kış öncesi açlık paniği, sivrisinekler hababam ısırmaya çalışıyor. Gündüzleri aşağıya iniyorum. Malzeme ayırıyorum, sınıflıyorum, düzenliyorum bir yandan. Minitop ve Cinka tembellik yapıyor incirin dibinde. Denizde kalamar ve balık avcıları şanslarının peşinde. Ben bu boncuklar senin, şu taşlar benim, yeni daha sade ama daha iddialı modellerin ve yelkovan kuşlarının peşisıra çalışıyorum atölyede.. Acelesiz, radyoda ne bulursam dinleyerek. Sonra ne yapmaktaysam o grubun malzemesini toplayıp soluğu iskelede alıyorum. Yayılıyorum denizle burun buruna bir masaya. Bir de bira sö