Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

taki modasinda son nokta

Resim

Lorient gunleri

Kuzeybati'dan sevgilerle...

Paris'te kiyamet maceralari

19 Aralik Carsamba 18.00 sularinda Orly'ye intikali tamamladim. Havaalani D§R'sinde bulup kaptigim Dostoyevski Yeralti'ndan notlar yolda bitiverdi ama ne yazik ki Izmir'deki Yildiz'in okuma grubu tartismasina katilamayacagim. Zeki Demirkubuz filmini 3 gun once seyretmis olmam da garip bir rastlanti oldu. (Kitabi mi filmi mi daha cok sevdigime karar veremedim. Sanki farkli duygular uzerine konumlanmis gibi geldi bana her biri. Pegasus'ta hersey parali ve kazik tarifeli, yolcular cogunlukla don paca Turkish sitayl.. Paris alisilagelmis Aralik modunda. Bulutlarla kapli, hersey gri ustelik arsiz bir yagmur atistirip duru... Montparnasse'da geleneksel Christmas pazari kurulmus, kule mavi isiklarla janjanlanmis, vitrinler ve sokaklar bayram cocugu havasinda. Cuma kiyamet kopmazsa ;) Cumartesi Fransa'nin kuzeybatisina dogru yola koyulacagiz. Hadi bakalim...

işler

burada iş fotoları olcek

Sepeti koluna, herkes yoluna!

Resim

giderayak hayatım ve ben!

Resim
Dün AVM günümdü. Gaziemir'de açılan Optimum adlı dev tüketici kışkırtmacası merkeze aktarmalı 2 otobüsle gidip 2 otobüs değiştirerek 10.00 sularında eve döndüm. Hiç sevmediğim dev salak mekanlardan biri nihayetinde. (Dekathlon yüzünden hep ahh ah) Parisgiller'e hediye seçmeliyim yola çıkmadan önce ki, tam kabus benim için böyle bir seçmek durumu. Pufff... Bütün mağazalar indirimde güya ve dump dump biteviye müzik çalıyor, merkezde 6 görgüsüz çift 12 12 2012 muhabbetine kapılmış evleniyor, ben bir türlü bişilerden bişiler beğenemiyorum! Neyse, sonunda kendime bir siyah bot seçtim, ayağıma taktım, 50 model giyip çıkararaktan, tam ödeme bitti caddeye çıkıyordum ki farkettim, sağ ayağım yürürken plof plof diye ses çıkarıyor; iki genç kız bulup onlara bile dinlettim, onayladılar, haydaaaa dönüp öbür 40 numaranın teki ile değiştirdim, kasada avanak avanak 5 müşteriyi bekleyip. Bana seçtirmeyin be abicim, devrelerim hemen yanmaya başlıyor galiba! (yukar

amazonların blues macerası!

Resim
Geldi çattı beklenen pazar günü.. Ebemin patikasını düzleştiren bir davetiye arama sürecinden sonra cehennemin dibi Pınarbaşı'na gidilip fabrikadan mallar alınmıştı sonunda. Nefesler tutuldu, malum an beklenmeye başladı. Derken  gökyüzü delindi, en çok orada olmasını istediğimiz amazonun kocası kıskançlık krizine girdi neden ben de yokum diye, çocukları arkadaşımızın başına bırakıp zeytin toplamaya(!) tüydü. Yemezler abicim! Hemen bir alternatif çözüm üretip bardaktan boşanırcasına yağan yağmura inat 16'00da yola koyuluyoruz çoluk çombalak Karşıyaka'ya doğru!

Haruki Murakami Usta ile tanıştım sonunda!

Güzelyalı tutsaklığı...

Bir ayı geçiyor ki durdum ben!

klavye saçmalamaya başladı

insanlar üçe ayrılır başkanım!

insanları bilmem ama, fotoğraf çekenler( ki artık çekmek değil yapmak diyoruz başkanım) 3'e ayrılırlar..yalan çekenler, rakı çekenler, 31 çekenler, şaka bir yana başkanım, fotoğraf çekmek de zor, başkan olmak da zor, rakı çekmek de zor, yalan söylemek hepten zor!

döndüm geldim, deli sezon!

Resim
Köpek gibi çalışıyorum döneli beri.. Bu fotoğraf neşeli Paris günlerinden ve bu fotoğrafı hatırlayıp yayınlamayı akıl ettiğim bir tatil gecesi anısı. Çalışmak ne kadar korkunç ve aynı zamanda ne kadar güzel bir şey!

bütün tencere tavalar fora!

Beklenen yağmur yine adam gibi yağamadı! (Bahçe sulama sistemini tam da demin kurmuştuk oysa ki!) Öğlen güneşi sıcağını yapıyor, öğleden sonra ısıtıp ısıtıp terletip sıkıp sıkıp kandırıyor adamı; sonra biz bulutlara bakarken avanak avanak ve onlar hızlı hızlı geçip giderken, nereye, ulan nereye, "bulutlar nereye gider" balesini hatırlayıp Duygu Aykal ve Ankara yıllarını anarken, yağmaya başlıyor, şimşekler eşliğinde! (Bu, biriktirdiğim bütün yağmur sularını, bütün tencere tas tava kap kase sahan edevatını koyup topladığım suları saçlarıma boca etmek demek. Faşşşş!) Bu 50'nin yanlış tarafında boyamamakta direndiğim saçlarım için bir kür, ruhum için kızılderili inançlarına göre arınmak! O kadar!

Karaburun'da sıradan bir günden onbir sıradan ses..

1) Güç kaynağının 'bipp'leme sesi. (Elektrik 17.kez kesilmiş ve güç kaynağı ötmeye başlamıştır. Bir koşu bilgisayar kapatılır, diğer devredeki elektronikler için tanrıya duaya, malum şahsa anamızla birlikte 5037. kez küfre başlanır.) 2) Yakınlardaki lisenin 'gülpembe' melodili zil sesi. (Hababam sınıfı'nın ezgisi öğrencileri okulu asmaya teşvik ettiğinden değiştirildi, şeklinde düşünülür. Beynimizde Pink Floyd'dan "the wall" çalmaktadır bangır bangır. 3) Ezandan nefret eden komşu köpeğinin uluma sesleri. Kral bir köpektir, kalan zamanda mütemadiyen pinekler. 4) Bahçeye giren yabancı kedilere ikaz mahiyetinde kedi hırlaşma sesleri. Artarsa bir süpürge kapılır, düdükleyicibaşı iri arap kedi ile, tekir tombultatak ötelere kovalanır. 5) Çöp kamyonunun durma, toplama, aktarma tangırdamaları. (Elemanlar tanıştır, selam çakılır racon gereği.) 6) Periyodik olarak öten "fiyu fiyu" kuşunun ciklemeleri (ki kendisi yıllardır görüleme

beklemek üzerine..

Zorba şöyle demiştir, ve alıp hayatımıza merkez kurmuşuzdur bir vakitler; "Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm!" Korkudan geçilmiştir çoktan ama beklemekten vazgeçmeyi becerememekten sıkıntımız sürmüş durmuştur yıllar yıllar boyu. Beklemek diri bir duygu oysa. Sonuçları insanı ne kadar üzerse üzsün, getirdiği düş kırıklıkları ne kadar parçalasa da ruhumuzu, bu yaşamanın, yürümenin, gitmenin, değişmenin, zaman içinde beklediklerimizle birlikte yol almanın bir işareti değildir de nedir kuzum?

geçmiş, geçmişte kalamayacak kadar geçmez!

Ve gelecek için konuşmak için erkendir henüz! Bebek Alfi çıkar gelir bir gece; öldüğü sanılmaktadır oysa. Eline alıp bebek fotoğraflarını çektiği yılları anımsayıp çok sevinir konu salağımız, yakın tarihinin 2004'ten bu yana yakın bir tanığıdır ne de olsa, seyrek de gelse, hırlasa da, giderek vahşıleşse de, evindeki değil, kalbindeki kedilerden de olsa! Kim olduğu bilinmez bir deyyus bıyıklarını kesmiştir, ulan bu kedide bir farklılık var, nedir, diye sorgularken ve kedi, boğulurcasına yerken önüne konanı, bir gözün de kara kara bakacak kadar körelmiş olduğu farkedilir! "Bekir Bekir, bir gün gelir her şey değişir", dizelerinden yükselen Edip Abi (Cansever) sırtını okşar konu salağımızın...

"ne kafası lan, bu?"

dizilerde böyle konuşuyorlar artık.. Benim de jargonuma giriyordu az kalsın, tuttum kendimi, iyi mi?

gün doğdu hep uyandık...

Ve biz hep verandaya dayandık abicim! hep. Yorulduk, sıkıldık, çalıştık, bağrıştık, çağrıştık, 3 haftadır, bahçeyi yolduk, taşıdık, temizledik, ektik, suladık, odaları değiştirdik, eşyaları parlatıp parlatıp yeni taklidi yaptırdık, bolcana kutular, dolaplar,  raflar alıp "ikea"landık. ...............  Çöp ev yapmamdan ve ruh sağlığımı yitiriyor olmamdan korkan sevgilim sayesinde temiz ve "amantertipcantertip" bir salonumuz oldu. Öndeki bir boş odayı, ki adı "manyakodası"dır, nice arkadaşımız orada tedavi görmüştür, raflar ve kutularla sınıflandırdık, fazlalıkları atma, evin yükünü boşaltma mekanı yaptık.. (Atölyeyi boşaltıyorum galiba yavaştan, Eylül, bilemedin Ekim, tek yataklı bir mini müzik odası olacak planlarıma göre) İyi mi ettik, kötü mü bilmem ama 3 haftadır bu kadar düzenli bir eve ben alışamadım, manyak odası dolduğundan, tedavi umudum da kalmadığı için bahçeye çadır kurasım var artık n o k t a

Sinemadan çıkmış insan!

"(..)İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. Düşünüyordu: "Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük şeyler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar." Saatine baktı. Dört buçuğa beş vardı. "Eve gidip okusam". Durağa yürüdü. "Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. Sokağa he birden çıksınlar.." Kafasından geçene güldü.(..) Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ından...
Resim

Karaburun'da eylem günü

Resim

İnciraltı'nda Ekinoks günü

Resim

ansızın İstanbul

Resim

Sevgili sevgililer günü filmim budur!

Resim
Evet..tekrar izledim epeyce sonra, ama bence bir "ortayaş" aşk filmi budur.. Uyanır uyanmaz herkesi kurcalayıp ortak bir proje bulamayınca, "güzel bir aşk filmi izlesem, lan" dedim, 2 film seçtim arşivimden; ağladım..tabii! (Diğeri Amelie idi")

Oh, what a paradise it seems!

"Göl kıyısından yürüyerek suların dereye karıştığı noktaya geldi. Naneler büyüyordu orada. Bir yaprak naneyi parmaklarının arasında ezdi. Yazın en sıcak ayları gelmemişse de güneş epey kızgındı. Suyun sesiyle ezilen yaprağın kokusu, eski sevgilisinin yatağında uyandığı bir sabahı hatırlattı ona.(..) Gök dupduruydu o sabah. Belki hala bir-iki yıldız da vardı ama o göremiyordu. Yıldızları düşünmek, yüreğindeki duyguları güçlendirdi. Onu duygulandıran, çevremizdeki dünyaları, eksik ve kusurlu bilgiler de olsa, evrenin yapısıyla ilgili bir şeyler bildiğimizi, bu dünyaların, geçmişimizin ve geleceğimizin parçacıklarını kapsadığını hissetmesiydi. Bu gezegende yaşıyor olmanın uyandırdığı o çok güçlü duygu. Evrenin sınırsızlığı içinde, bize tanınan zengin fırsatların eşsizliğini bilmenin verdiği güçlü duygu. O sabah tattığı duygu, bu gezegende yaşamanın ve kendimizi sevgiyle yenilememizin eşi bulunmaz bir ayrıcalık, bir lütuf olduğu duygusuydu. Sanki cennetti görünen

Yeni düzen formülleri 2

"Hiç kuşku yok," diye buyurdu kahveci," en önce yapılacak şey açlıkla savaştır. Ama sorun üzerinde benim de bir düşüncem var.. Yayılacak olan bir düşünce...Müşterilerimin hepsine ondan söz ediyorum..Günün birinde yetkililerin kulağına gideektir.." "Herkese birer domuz verilsin!"..domuzların, yemediğimiz şeylerin tümünü yediklerini, ne bulurlarsa mideye indirdiklerini biliyorsunuz.. Onları atıklarımızla semirtiriz, bu iş para gerektirmez ve yılda bir kez Fransa nüfusuna eşit sayıda domuzu az gelişmiş ülkelere göndeririz..Evet, basit ama düşünmek gerekirdi." kahveci coştukça coşuyordu: "Büyük sorun, insan sayısının fazla oluşudur! Sayı, öldüren de bu ya! İnsanları köylerine geri göndermeli... İnsan yapısı kalabalıkta yaşamaya uygun değildir. İnsan bir kır hayvanıdır. İnsanlar maymunların biraz iyileşmişidir, başka bir şey değil. Ya da bozulmuş maymunlar..."

Halkların babasından yeni düzen formülleri 1

Kahveci,  "Ben, diye sürdürüyordu, diyelim ki ülkenin yönetimi bana bırakıldı... Bakın istemem ha, balığa çıkmayı yeğlerim, kısacası ülkenin kurtuluşu için iktidarı kullanmaya zorlandığımı varsayalım, peki ne yapacağım biliyor musunuz? Önce gençlerle ilgilenirim. Herkes tarlalarda çalışsın, doğayı incelesin..Askerleri az gelişmiş ülkelerdeki yoksullara yardım etmeye gönderelim.. Yaşlıları yalnızlıklarından bir parça kurtarmak için kışlalara gönderelim, hem savaş yoksa ordu hiçbir işe yaramaz, öyleyse orduyu aynı sayıda yaşlıyla dolduralım..." Kahveci, "...parasız işeme yerleri yeniden kurulsun diye acımadan sürdürüyordu. "çünkü işemek için para ödemek alçaltıcıdır..Acele etmek yasaklanmalı, uymayan kovuşturulmalıdır. Kentte otomobillere paydos. Kötü sürücüleri maden ocağına sürmeli. Televizyon yayınları yasaklanmalı. İnsanların birbirlerini tanımaları için her akşam mahalle şenlikleri düzenlenmeli. Hayvanlar sokaklara salınsın...Deve kuşları, fil

Uyku İmparatorluğu'ndan sevgilerle...

"Joseph, Spor Sevenler kahvesi'ne girip uzun uzun esneyerek tezgaha kuruldu. Dizili şişelerin altında, duvara iğneyle tutturulmuş fotoğraf bolluğunun gösterdiği gibi kahveci, gençliğinde amatör "Kızıl yıldız" takımının kaptanıydı. Şişman ve bıyıklı, parlak gözlü ve kırmızı burunluydu, sanki Stalin'in hık demiş burnundan düşmüştü. Kahveye gelenler üstelik kendisine "Halkların babası" adını takmışlardı. (..) Kahveci "Bu aşağılık politikacılar," diye sürdürdü, "birbirleriyle hiçbir zaman aynı kanıda değildirler, ama hepsi aynı şeyleri söylerler." "Görüşümü öğrenmek ister misiniz? Kıyasıya kavga ederler, ama birbirleriyle tam bir uyum içindedirler. Başkalarının kötü yemekleri konusunda durmadan atışırlar, ama aynı sofrada tıkınırlar. Dikkatinizi çekerim, bu kadar konuşup hiçbir şey söylememeyi başarmak için insanın kafasını çalıştırması gerekir. Öyle görünmese de, aptallık olağanüstü bir iş!" (Henri-Frederic

insan neden blogger olur?

Resim
1) Gerçek dünyada olmasa da zahiri alemde bir iz bırakabilmek için 2) Günce tutma alışkanlığı olduğu için 3) Yazmayı sevdiği için 4) Tanıdığı insanlara hayatında neler olup bitiyor aktarmak, belki de gizli ve gizemli mesajlar vermek için 5) Tanımadığı, ömründe hiç görmediği belki de hiç görmeyeceği insanlara "böyle bir tip de var bak" demek için 6) Belleğine güvenmediği, alsheimer olduğunda hatırlamak için 7) Kendini önemli hissetmek için 8) Yazı yazma yeteneğini sınamak için 9)  Fazlaca bol vakti olduğu için 10) Teşhirci olduğu için Motorlu taşıtlar vergisini yatırmaya çıktım. 21 TL zam gelmiş netekim.. Hava çok soğuk, banka pek sıcaktı. İliğim kemiğim ısınırken ve de avanak avanak beklerken düşündüm, düşündüm, dönüp hemen bunları yazdım. işte böyle!

gün geçmiyor ki, bir gün daha geçmesin!

Resim
Dün 29 yıllık bir candostum aradı uzaklardan.. 22 yıldır Amerika'da yaşıyor. Benden çok daha eski ve profesyonel bir internet kullanıcısı olduğu halde, bu alemden haberleşmeye feci şekilde karşı..Kızım, insan sesinin sıcaklığının yerini tutar mı, öldürüyor sosyal ilişkileri, duyarlılıkları diyor.. Haa, bir de blogların "teşhircilik" olduğunu, özel hayatlarımızı neden başkalarına böyle kolay açtığımızı anlayamıyor! Onu bir şekilde ikna ettiğim için mi, yoksa beni özleyip merak ettiği için mi bilmem, girip ara ara okuyayım bari, deyince tekrar giriştim yazmaya.. Bugün ne kadar soyunsam acaba?

hicbir balkon bu kadar guzel degildi.

o, dapdaracik sokaklari genisleten; kus konmaz, cicek acmaz pervazlarda, gece gunduz, durmadan, usanmadan isledigi masmavi gokyuzu tulbentleriyle, sehrin dort kosesine yayilmis, seffaf ama alabildigine giz dolu, her an kendisini yeniden ureten pihtiyi, goz gormez, akil almaz bir incelikle kandirip, adina zaman denen gorunmez kabadayiyi, dogurulmadan once icinde yasadigi deney tupune geri gonderendi. o, biyiklarindan buzlar sarkan bir evi, sobasiz, kalorifersiz, icinde muhabbet kuslarinin ucustugu, ciceklerin hic bilinmeyen renkleriyle, takip takistirip, surup surusturup gezindigi, cocuklugunu terketmemis ama icinde terkedilmis soluklari barindiran ve yeni dogmus gezegenler gibi gulumseyen balonlariyla, olumsuz bir ilkbahara cevirendi. bir gece, soguk sokak lambalarini, delik desik asfaltlari, midyecileri, piyangoculari, sarhoslari, salkim sacak reklamlari, kurtulmus agaclari, feministleri, sosyalistleri, muslumanlari, hic yagmayan yagmurlari, bol makyajli magazalari, gununde odenmi