Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Pupun, Mini ve Cinka'dan oluşan ailemizin son maceraları...

Resim
23 Aralık perşembe günü sevgili sevgili ve muhterem kedisi Pupun, 6 saatlik rötar sonrası, gece 23.30 sularında İzmir'e intikal etti. (Şanslıydık çünkü 24 Aralık'ta kar yüzünden CDG havaalanı 1200 yolcuyu ağırlamak zorunda kaldı!) Listeler yapıldı, yemekler hazırlandı, ev temizlendi, düzen tertip geldi. Mini ve Cinka'ya salonu, Pupun'a yatak odasını rezerve ettik. Sahipler arasındaki aşk, kediler arasındaki nefret'i bastıramadı ne yazık ki. Hava yapacağını yapıyordu bu arada; soğudu, esti, yağdı da yağdı. Şaşkın organizasyonlar nedeniyle 2 gece üst üste 2 farklı evde lazanyalı, ebegümecili, balıklı, köpüklü şaraplı Christmas'lar kutladık. Alışveriş merkezlerinden enteresan armağanlar seçtik. İzmirevi'ne ekonomik ama sesi güzel kabinler aldık. Mp3 arşivimizi yeni kayıtlarla doldurduk. Yeni çakma Iphone'umu denedik. (radyosu bittabi çalışmıyordu) Adnan Saygun'da Noel Konserini dinledik, Çin mutfağınden enteresan bişiler yiyip ev

kaftan bıyıklı(!) takılarım...

Resim
Yeni koleksiyonuma fuar dönüşü eski ipek eşarplarla alanya'da başladım. Fotolardaki sarı altın kaplamayı kızkardeşim Güneş'e, gümüş kaplamayı annemin anjiyosunda emeği geçen bir dosta armağan eyledim. İnanılmaz zaman alıcı bir tasarım bu. Şık duruyor da harcanan emek ve süreyi gösteriyor mu bilmem..Bursa'ya gidip defolu mefolu ucuz ipek bulursam alayım diyorum, çünkü elimdeki ordan burdan toplama polyester katışık eşarplar bükülmüyor, burulmuyor, kaftanların içinden geçemiyor, bir sürü zorluk çıkartıyor. Gösterişi için çok malzeme kullanımı şart, bu da fiyatı yükseltiyor. Offf of, yine geldik durduk emek/maliyet ve satış rakamı noktasında.

sol ayağım ve ben...

Resim
Aslında akılsız kafam ve ben yazmalıydım da suçun kendisinde olduğunu bildiğinden beynim sansürledi. Aynı ayak, kendimi bildim bilelidir burkulur, bu beşinci. Lakin geç saatte o bozuk yokuştan sırtımda ve omuzlarımda o kadar yükle yürümeye kalkınca tökezlemesi gayet normaldi. Hemen buzlar koydum, ilkel yöntemlerle soğanlar sardım. Uyandığımda yürüyemiyordum bittabi. (Planlar bozuldu, hayat tasarılarımızı bir kez daha aştı.) Arkadaşlarda yattım. Dr. Mete kırık çıkık yok deyince rahatladım. Pomatlarla bandajlayıp ertesi gün apar topar otobüsün en arkasında ayağımı uzataraktan kente döndüm. İşte böyle, böyle.

2011 Takı Modasını açıklıyorum:

Resim
Evet, açıklıyorum saygıdeğer abilerim ve ablalarım: Bileziklerde Fatma elinin altındaki Üçgenin ortasında nazar boncuğu olacak.. Kolyelerde altın kaplama kaplumbağayla mor baykuşlar kucaklaşacak, Küpelerde sarı yunusların yeşil papağanlı olması yeterli..Yeter ki paralar sarksın yanlardan :::))) Keşke bu kadar kolay olsaydı di mi bir yeni yıl modasını tanımlamak! (Çünkü bu değerli bilgi gecenin köründe otobüsle yola çıkıp, 10 saat sallan yuvarlan sonrası sidikli İstanbul Esendere garajına gidişim ve oradan servise binip havaalanına gidişim, sonra oradan metro ile fuara intikalim, saat erken olduğundan 1 saat kapıda bekleyişim, sonra bir davetiye kapıp içeri girişim, derhal vip bölümünden 1 kahve ve 2 poğaça aşırıp 7 yıldır içine daldığım sektörü kucaklayışımın hikayesidir) Yazamamıştım.. şimdi. Bu devlerin dansıydı aslında. Bizim değil. Ama ben de küçük alıcı ve üreticiyim az biraz ya, çok da muhabbetçiyim, tanış olmuşuz (patronları ne haddimize) 7 yıldır,

avokado her derde devaymış, dedi google usta!

Resim
Ayıptır söylemesi Alanya dönüşüm tam asker uğurlama töreni gibiydi. Ne buldularsa verdiler, hatta bir battal boy havlu çarşaf bavullara sığmadı kaldı. Paket paket erişte, hevenk hevenk yerli muz, eski eşarplar (takıcıyız ya kullanırız gibisinden) yesyeni giysiler, cam silme bezleri (çok silermişim ve acaip titizmişim gibi) eski boncuklar, katmerler (pınar kardeşim yürütmüş yarısını giderayak, olsun) vee 4 avokado vardı. 2'si gelir gelmez yumuşadı, dağıldı, attım gitti. Bugün trafik sicil savaşımı sonrası bozulan moralimi toplamaya çabalarken Mümin dosta götürdüm 2 aslan parçasını akşam yemeğimize eşlik etsin diye.. Karnabahar, turpotu salatası, pancar turşusu vee köfte eşliğinde. Ulan ikimiz de ömrümüzde ilk kez yiyeceğiz, (sanki hatırlar gibiyim Dr.Alpaslan'lı gecelerde meze olarak masaya katılımını ve Mary partilerinde cips ile dehşet karışımını, unutmuşum naapalım) hemen sorduk google ustaya; dedi, yaptık. limonlu, kuru soğan rendeli, biberli, mibe

35 Günde Devr-i Alem

Resim
Blog aleminden uzaklarda ya da çook yakınlarındayken, bu topraklara yazılmamış 35 gün zarfında, kimseyi zerre kadar ilgilendirmeyen ama kazara açıp okuyan ve takipteki şahısların belki biraz olsun meraklarını gideren 35 yazılası şey oldu hayatında kadının.. Onlar da budur netekim: (Hepsini uzun uzun yazmayacağım korkmayınız, sakin kalınız, arkanıza yaslanınız, elinize çayınızı yahut  biranızı, allah ne verdiyse artık alınız, cool kalınız, hemen geçecek) 1) Saçını kestirdi salak.. Bin yıldır yaşına başına bakmadan, başındaki yığın neredeyse beline değen biri olarak yaşadığından ve hayatındaki her türlü kararlı devrimsi hareketlere, akabinde tam tersi bir istekle ağlayarak (tipik bir ikizler çünkü) reaksiyon verdiğinden, bu sefer saçlarını küçük bir mahalle kuaföründe özel bir tarifle (Suzi Quatro deyince anlaşılmayıp 14. Lous şeklinde tanımlayarak) kestirdi! Mekandaki ve sokaklardaki tüm son moda takipçileri şaşakaldı bittabi.. Onlar arkalar kısa, önler bi

iskele balıkçıları

Resim
Yılan balıkları kedilerindir, çipuralar bizim. sonuç hiç değişmez.

cumhuriyet bayramı, düğün ve ben

Resim
Günlerden Cumhuriyet Bayramı, bugün, yani dündü de..Törenleri tembel kalkıştan kaçırdım tabii, çünkü artık geceleri uyuyamama adetim peydah oldu (ki ağaç gölgesinde uyurdum, günün herhangi saati), kalkmalarım da kontrol dışına tüydü doğal olarak. 13.00 dolmuşu Üçkuyulardan 45 dakika gecikmeli kalkınca, nikah muhabbetini de kaçırdım azizim. Apar topar gidip eve bayrağı astım..Sonra keçi kavurmalı (ilik kıvamında), pilavlı, yoğurtlu, mezeli, eski cankuş bir arkadaş düğününün içine dalıverdim. Yağmur yağmamak için kendini tutuyor, rüzgar esmemek için dilini sıkıyor, bulutlar apar topar kaçıyor bi yerlere, nasıl bir hava, anlatılmaz!Nereye baksam tanıdık, kime dönsem güleryüz..Ev yapımı şaraplarda ustadır bizim Ahmet...Ceyşan'la kavilleşmiş..Ciddi nikah muhabbeti haa, telefonda "ben evleniyorum Deniz ulannnnn, gellll" diye bağırınca, duramadım, inanmam imzalara da kutladım, kutsadım kararı. Esirgememiş sağolsun herşeyi, bir içtik, bir daha içtik, bir oynadık, o kadar mı o

Öteden beriden alıntılar, kayıntılar!

Ömrün en güzel yerindeyim. (ellinin az biraz yanlış tarafı ama olsunnnn) Gençliğin tatlılığıyla ihtiyarlamanın bilgeliği arasındaki en tepe noktada duruyorum. (deli dolu şen davranışlarımın ve de gereksiz ukalalıklarımın nedeni budur işte.) İster yine uçuşur, ister beğendiğim yerde dururum. (Birileriyle bozuşup küsüşüp sonra unuturum ansızın herşeyi, boncuk serigrafi mozaik bamboo emay mask mı yoksa derken yine unutup herşeyi başlarım dizmeye tekrar, sil baştan! Şimdi ben en büyük yolculuklara hiç korkmadan çıkabilirim. (Vizem ve param cebimde, belim korunakta, kedilerim, boncuğum ve evlerim emin ellerde, ruhumu kaçtığı en zor ve en uzak köşelerden zar zor toplamış biçimde ve sevgili sevgilimle birlikte yine yolculuk var önümde şüphesiz!) Ama en büyüğüne  çıkabilmem için önce geride yeğen ve kuzenlere dert bırakmamak gerek sanırsam!) Çünkü şimdi ben tam da kendime göreyim. (Yani artık ne kente ne kasabaya uygun, ne Güzelyalılı, ne Alsancaklı, n

gitmek kalmak...

Resim
gitmemiz gerektiğinde, zamanı geldiğinde, biz de elbet gideceğizdir! hadi, aman, hobaaaa, yürrüüü deselerdi, (ki dediler de) çookktannn giderdik. Kaldıysak, katıldıysak, katlandıysak ki onca zaman gidemediğimizden değildir asla! nedeni çatımızdaki rüzgar, asmamızdaki üzüm, kıyımızdaki dalga, penceremizdeki damla, avlumuzdaki can, alnımızdaki terdir!

kasaba tutsakları; bölüm ikibinotuzsekiz...

Ruhumuzdan bağımsız bir şekilde havalar da tuhaf gidiyor bu aralar; gece deli rüzgarlı, sabah uyandığımızda uzak denizler kuzulu, atölyemiz esintili, terasta ne varsa yerle bir, satmaya kıyamadığımız bütün işler ve asılı bilmemneler, üretim artığı onca malzemeler... yerlerde . Bağışlamamak ne haddimize! Mahallenin bütün aç hayvanları kapımda korku filmi figüranları.... Tam da yüzeceğim mesela o gün, uyanınca karar vermişimdir, kaşıntılar tam da bitmiş, bu sefer ağrılar başlamış da iyi gelirmiş bu faaliyetler gibilerden bana deyip, rüzgardan ürkerken beri yandan, saat 3 suları hava birden değişiyor yine, nasıl uysal, nasıl evcil şimdi, ansızın, ulann yoksa bu mayıs mıdır, yoksam benim adım nisan mıdır, peki nedir, değişmesen, değişmesek olmaz mı, derken soluğu iskelede alıyoruz bittabi, para kulübemiz hala açık ki.. 10 salak olta, balık peşinde, dibindeki onlarca balığı da bilmem ama ucundaki bütün salaklar da tanıdık. Ne şölen tanrımm! (Bir olta edinemedim ki

böyle bir salaklık görülmemiştir!

Resim
saçlarım uzundur, belime değer ama yoğunluğunu hiç kullanamamışımdır adabınca bakımsızlıktan, eşarplara, bandanalara, fularlara sığınıp dalga dubara yaşamaktan... bişiler bişiler üretirim bin yıldır, yani ve hatta ve hatta sistem dışına çıktığımdan beri 7 yıldır, her yıl bin takı çarpı yedi, 7000 takıyla kazanmışımdır hayatımı az da olsa yeterince sankileyin, ve fakat asla satamamışımdır değerinden neye kafa yorduysam onca yıllar, ne çare! bu da salaklığımdandır kanımca..

ahanda.....ohanda!

Resim
Özet 1: 3 hafta önce aldığım 15 kg'lık kedi maması (dünyanın parasıdır) bitince, kediler beni yemek üzere kurt adam değil de kurt kedilere dönüştüler veeee tam da şu anda camlara toss yapıyorlar.. yok bitti çocuklar valla benim ekmeğim bile yok diyorum, nafile... Kemiklerimi bi yerlere toplayın, sonraaa mezarıma bütün biriktirdiğim açma halkalarını ve satılmamış maskları vee..modası geçmiş atölye yığıntısı takıları yapıştırın emi anacım, bari gidişimiz görkemli olsun, vallahi vasiyetimdir! Özet 2: 3 hafta sürecinde İzmir şehrine 4 kere araba kullanmak suretiyle gidip gelip, mitinglere karışıp bisikletilen Alsancak'ları turlayıp geri dönen, düğünlere katılıp rakının ve dansın bokunu çıkaran, Kemeraltlarında pedal sallayıp sahilde taşikardili yüreğine sahip çıkan bizatihi kendim var ya... Şahanedir aslında... Dayan gülüm, az daha, diyorum.. Bu genç sevgili seni gebertecek, diyorum. Dikkat diyorum... Ne fayda! Saygı duymalı kadının kalbine.. O kadar! Ö
Resim

Nergis Kafe'de siyah/beyaz sinema kaytarması

Resim

Deniz'i de Deniz'i de harcadın be Hüsnü!

Resim
Olmadı be Hüsnü kardeşim... Festival dedin, iyi ettin, geldin kasabamıza da, Karaburun'u da şenlendiremedin, bizi de, kendini de kanımca... Klarinet çalarken kafanı, artık yüksek olduğu için mi, ben de bu dağların nesine geldim dediğin için mi, yolumuz virajlı başın döndüğü için midir, nedir, billinmez, çalarken ağır ağır 2 yana sallaman da bizi etkileyemedi. Kimse şenlenmedi bu arada, onu da söyleyeyim. Biz 4 günlük onca uğraşa, aşağıdan yukarı çıkıp masalar kablolar mallar taşıyıp geri inip yine çıkıp çokca debelenmemize rağmen bi mok kazanamadık. Yılın en şaane 4. günü senindi, olmadı! Konseri apar topar bitirip korumalar eşliğinde siyah dev Mercedes minibüsüne atlayıp giderken, kulağında parlayan pırlantaya herkes gülüyordu arkandan, bittabi, bu da senin meselen değildi.

yosun tarlasındaki gizli bahçem!

Resim
Bin bilmem kaç yaşında artık yosundan korkmuyorum, saygıdeğer blog okuyucuları... (Bu arada fotolu kayıtlı izleyicilerden tanıdığım kime denk gelsem hiç de okumadıklarını farkediyorum, tanımadıklar okuyorsa da onlara selam derim, başka bişi demem..) Çok olmuş yazmayalı, bir sürü misafir (kardeş, enişte, yeğen, arkadaş, kardeşi, çocuk yeğen, başka bir arkadaşlar, birileri..sonra uzaklardan birileri daha ama çok yakınlar geldiler ve gittiler, beni denize götürdüler, yüzdürdüler, adam gibi yemekler yedirdiler, evimi mutfağımı temizlediler, üzerimden ticaret tozlarını az da olsa süpürdüler.. İnsanlık görevlerimi hatırladım........ Terden midir, sıcaktan mıdır, stresten mi, alerji mi, amaninnn yoksam uyuz mudur, nedir anlayamadık, iki kolumun bilekten dirseğe iç tarafı fasur fusur kabardı. Bi kaşıntı öyle böyle değil! Aloe Vera, antihistamik hap, melhem, toz tedavileri sürerken, ben ne yaptım? Gidip kimsenin görmediği bir denizin dibinde bulduğum, saklı yosun tarla

"var / yok" günü!

Resim
1) Güneş var, günboyu, çok ama çok.. Almak hep duşş ben çok.. ama ben var hep evde, hep gölgede, hep kuytuda kalmak, çünkü lazım çalışmak çok! Keyif mi yok be baba, yok çok. 2) Dostlar var rengarenk, çoook, ama her gün tekrar çok.. bak birileri var, iki laf yüzünden dargınızdır epeydir, ben var üzülmek ve anlatmak çok, ama bazılarımız da var ki, hedefi şaşırıp bana bağırmak çok, değerini bil, onlar da kim oluyorlar kılıfında hemen en yakınlarındakini harcayarak, ağlatarak konuşanlar, en çok bunlarda insaf yok! ne yazık ki sevdiklerimizin öfkelerini, hem özneye konuşmaya cesaretleri yok, hem de hiç mi hiç, sınırları yok... 3) Bu arada gündüz gece, ben var çalışmak çok, belki ondan yargılarda yanılmak, ama giderek giderek olmak lazım "invisible" diyorsam harbiden, o zaman problem yok! 4) Stand var, müşteri yok. Kazanç var, yeteri yok. Deniz yakında, yüzmek için zaman yok.. Mayo eskimiş, vücut dolgunlaşmış, plajj cesareti yok.. Kediler var, doyurup bahçe garibanlarını

Elleme sakın, bak kurtadam geliyor!

Resim
Standda, boncukları karıştıran çocuğa anne uyarısı... Bizim zamanımızdaki iğneci teyzeler çoktann tarihe karışmış. Hem valla, hem billa.

somewhereee over the rainboww..

Fotoğraf makinesinin kartı arızalandı, bugünlerde görüntüsüz bu topraklar... Ama ben bir gün tatil yaptım, tüm ihanetlere rağmen şaaneydi herşey veee durmadan, gecenin çeşitli vakitlerinde (eskiden çok üşüyen ve artık hiçbir soğuğun değemediği şekilde) denize girmekten parmaklarımın uçları hamurlaştı.. Güneşin doğuşunu izlemek ne güzel be. (fonda leonard cohen ten new songs albümü çalar)

yorgun günlerde dingin saptamalar...

(..) İnsanın kendini başka ağızlardan dinlemesi ne tuhaf geliyor akla, kulağa...İnsan başkalarının gözünde ne kadar başkalaşıyor. Başkalarının hatırladığı kadarıyla olanımızla, kendimiz ne kadar farklıyız birbirimizden. Zaman içindeki her birimiz, ne kadar farklı şimdi "kendim" dediğimiz kendimizden. Zamanın içinden geçerken arkamızda ne çok hayalet bırakıyoruz kendimizden; hepsi farklı farklı görünen; farklı hatırlanan. Şimdiki kendimize yabancı ne çok kendimiz varız geçmişteki günlerimizin içinde; belki bizim için ölü, ama başkalarının belleklerinde ve hatıralarında öylece kalakalmış yaşayıp duran. (..) "Zaman aldanması" deyince, bir hatırlama zaafı olarak anlaşılabilir. Diyelim ki, belleğiniz sizi yanıltıyor. Tarihleri karıştırıyorsunuz. Daha önce ya da daha sonra olmuş bir şey, belleğinizde yer değiştirmiş ve aklınızda öyle kalmış olabilir. Zaman aldanması, bu durumda sizin zaman konusundaki aldanmanızdır yalnızca. Halbuki "Zaman al
Resim
Korkular, hep sürprizleri de taşıyor sanki kanatlarında.. biz ne kadar kaçsak da, kaçınsak da beraber uçuyor bu kuşlar.. veee korkmanın hiçbir boka faydası yok kanımca, hatta iyi geliyor, bu tür filmler, herşeye hazırlıklı olmalıyız.. bi yandan ve de çünkü film yaa zaten film...Yazmışlar, kurgulamışlar, çekmişler, oynamışlar. Biraz silkinince ve de o gözle de bakınca bi filme sanata hayranlık başlıyor, yönetmene, bilgiye, tarihe, oyunculuğa, deneyime.. Gerçek hayatın tekdüzeliği, yaşamın sanatsız, neyi anlatırsa anlatsın anlamsızlığı üzerine düşünüyorsun özetle.. Hep üstüne üstüne yürüyorum seyrederken artık, yani daha daha kötü bişiler olur ve duyarsam, yaşarsam hayatımda, bağışıklık kazanayım diye sanki, böyle bir örtüyü üstüme çekip hissetmez, acı çekmez, sanatın perdesinin ardında görünmez olayım diye sanki! bir cesaret geldi ki bana, öyle böyle değil. (Bu huyum da "A Prophet (yeraltı peygamberi) " ni bir gece çok yorgun dönüp işten ve 2 bira açıp hadi lan diy

tam da şiir dinlerken ve söyleşirken belediye erkanıyla kapışma günü..

Şu çenemi bir tutsam, bir tutabilsem abicim..... Yine kapıştım, bana 3 no'yu hibe eden Belediyeden, Encümenden tiplerle... Kolunu kesip atan öykülerdeki gibi hergün bana geçilen bu iltimas muhabbetinden ölüyorum, boğuluyorum yaaa.......... (herşeyi denize atıp yüzsem ya uzaklara) ama politik durmadım, bi tartıştım, bir tartıştım ne düşünüyorsam söyledim.. Birileri biraz savunuyordu sanki, sus pus oldular kaş göz işaretiyle, kaldım mı ortada, ansızın! alışığız, bişi olmaz da, bizim küçük standların kurulduğu alanda bir meydan var..bir de dev ağaç..Onu güzelim yeşil ışıklandırdılar...Ve ortasını bir iki bankla şenlendirdiler....Ben birden bu belediyeden hepsi arkadaşım olan tiplerle rast gelince bir şiir dinletisinde, hemen kapıştım...Dedim ki, izin verin değerlendirelim bu meydanı abicim,  panolar koyalım, her 3 günde bir ,biri sergi açsın, bir sokak müzisyeni çalsın (ki çok tanışıyoruz bu gençlerle, şans verelim, iskelede pazarın ortasında bişiler yapalım...Daha banklar koya

şakağımdan damlayan ter!

Resim
ve gözyaşı.. çok çalışma, çok uyku, çok kalp ağrısı, çok merak, çok onarma, çok yakınma, çok dertleşme, çok bişiler bişiler.... haaaa ve çok şiir sonrası ! Biliyorum; aslında sanki h e r ş e y   n e    k a d a r    d a    h e rş e y ! "ruhumuzu öyle bir ehlileştirmişiz ki, kedilerimiz gibi, kedilerimiz kadar sahici "tanıklarıyız" bütün bugünlerin, olan bitenlerin de... Zerresi bile değmiyor bana, d e ğ e m i y o r  !        d  i y o r u m (garantisi yoktur, şimdilik onu da yerinde tadında zamanında kıvamında bırakalım demeden  gecemiyorum)

küçük hayat, büyük film, seyret ve hizaya gel!

Resim
Ne film ama! Seyretmeye yürek ister. Kesinlikle kadın düşmanı bir yapım. Gel gör ki, eski filmlerinden tanıyoruz ustayı...Lars von Trier....Şaşırtmayı, düşündürmeyi, şoke etmeyi sever... Oyuncular desem, inanılmazlar. Kendime gelmem zaman alacak. Mesut sinemada görmüş üstelik; ben 5, 10 kez durdurarak bitirebildim, 2 günde hemi de.

Yağmur kırdı belimi, ellerin günahı ne?

Resim
Bir haftada 4 m2 , 3 kere düzenlenip 3 kere bozulur mu be arkadaş? Yazık değil mi emeğime, zamanıma, bedenime? Yerleştirip dekoreyşınlar yapmıştım üstelik, yaklaşık 500 takıyı duvarlara tellere asmıştım.. Mankenimiz(Ursula) bile köşede yerini almıştı, file giysisiyle, son derece ayartık şekilde üstelik. (Foto, Fatoş ve benn Ütopyalar sonrası apar topar açıp fotoğrafladığımız kutumuz.dan..) Mask magnetlerim (Büst masklarım Ütopyalar Toplantısı'nda sergidedir), küpelerim, erkek bileziklerim, natureller, siyah inci serilerim, ametistlerim, keçelerim, pilli yunan müziği çalan radyom, el sallayan şans kedilerim, raflarım, patiskalarım, tümümüz sezonu başlattıkdı ne şaane, geçen cumartesi, oysa ki). Sonra topladım herşeyi tekrar artık tam da bir pazarlamacı arabası gibi görünen Kanguuma yığdım.. Sonra tekrar götürdüm,yerlerine yaydım.. Sonra bir sabah uyandım ki, ortalığı sel götürmüş, gidip yine topladım, (burada herkese bay geldi biliyorum da ne çare!) brandanın üzer

..ve ütopyalarımız sona erdi!

Resim
Ergin Pansiyon'daki yılın geleneksel buluşması da başlayıp bitti, netekim. Yağmur, bulut, fırtına, rüzgar aman vermedi. Zamanlama sanki erken, mevsim bize inat Kasım ayı havalarında, konuşmacıların önemlileri iptalci, ortam az biraz ruhsuz muydu neydi! Yine de iyi konuşmalar, tartışmalar, uzun sohbetler yapıldı. Güzel insanlarla güzel sofralar paylaşıldı. Eski yılların doyumu yoktu ama, zaten nostaljinin de artık eski tadı yoktu. Yaşadık, geçtik, gittik.

mutlu yazlar olsun herkese..

Resim
Kasabamızdan renkli fotoğraflar koyayım dedim şöyle bir.. Haberler blogda pek de keyifli gitmiyor bu aralar ama hayat hep devam ediyor neticede. Dörtlü grubumuzdaki 2 kadın en iyi dostlarımdandır. Biri İngiliz/Alman kökenli, Bozburun, İzmir, Almanya karışık yaşar. Yazları öğrencilerine piyano dersleri verir, minik kutup ayısı oyuncağı ile geldi uyudu, uğurudur, her türlü lazanya ve cramble üstadesidir. (Şekeri 100 gr. koyar yalnız, meyvenin tatlısı ve şurubu yetermiş.) Şahane bir kadındır özetle..70 yaşını kutladık geçen yıl. Bomba gibidir, laf aramızda. 3. kadın Hale'dir, yani Hayyyliii... Türktür ama 4 yıldır Çin'de Şanghayy'da öğretmenlik yapmakta.. Daha önce de Amerika ve Kanada'daydı..Hep Egeyi özler..Evini, artık kazık kadar olmuş çocuklarını merak eder. Yüzdü mü, uzaklara adalara modalara gider, mola verip deniz kestanesi yer..(bana da öğretti de ağzımdaki tadı 2 saat gitmeyince bi daa yememe kararı aldımdı) Şimdi 2012 için Mısır mı, Türkiye'ye yakın çok d

bir mektup...

Resim
Sevgili sevgilim... Nasılsın? İyisinnn   iyisinnnn....  Bisikletin, frenleri ve vitesleri, kedin, gözleri ve mantarları, havuz ve kulaçların, ütülerin, salataların, patronun, işin, ciroları ve satışları, vergiler ve Delanoe ve Paris nasıllar? Benimkiler, yani hepimiz, yani cümbür cemaat boncuklu tüylü ailemiz hepinizin ellerinden öperiz yeminle! Bugün bir sezonun daha 3.günü ve ben hep olduğundan, her yılkinden daha çok korkuyorum. Hep dalga geçeriz ya, çokça kıyıda oturunca iskele biblosu oluyoruz diye, ben "iskele tutsakları" adlı dizinin gedikli oyuncusu olmuşum meğerse de, haberim yokmuş.. (7.sezonuymuş dizinin üstelik, hiçbir kanala transfer olmamış bu dizi, rivayete göre oyuncular zamanı gelse bile, dizi bitemediği için ölemezmiş..) Yaprak Dökümü bile bilmemkaçıncı sezona ite kaka giderken halimize bak, hizaya gel  ....(bir dak..kedi sütümü içmiş bardağımdan, kendime çay koyayım bari..) Perşembe ve cuma, tüm bedensel olanaklarımla eşyalarımı yükledim arabaya. çünkü tü

eve geldim, bir de bakayım, ne göreyim?

Arabayı  parkedince, zaten yıllardır olduğu gibi, muhtelif istikametlerden çeşitli kediler eve doğru yürümeye başlar. Tamam, bunu biliyoruz, kilolarca aldığımız mama stoğumuz güçlüdür çünkü, ama merdivenlerden iniyorum, bizim Cinka'da bir telaş, ulan nedir, yaralandın mı yoksa, dur bakayım, derken; zavallı, yaralı, bereli, zıplayamayan bir kurbağadır bulduğumuz. (Çamaşır makinesinin altındaki yaralı yılanla karşılaşma anımızı ve yatak odasında takır tukur ses çıkaran cismin bir yavru kaplumbaa olduğunu anlama maceralarımızı başka bir heyecanlı güne bırakıyoruz şimdilik) Yakınımızda su birikintisi de yok.. (Denizse, uzağımızda... manzaramızda zaten..) Bu da bir korkmuş, öne öne bakıyor, makineyi almıştım tam, fotoğrafını çekmeye utandım, hemen bir tişörte sarıp evin karşısındaki uzaklara fırlattım., bahtı açık olsun.. Kediler mi daha vahşi, yoksa insanlar mı... Yoksa Karaburun'umuz mu daha güzel? (Komşu Faruk, Jean'a hep buna benzer geyik ve şaşırtmalı sorular

biz büyüdük ve küçüldü dünya!

Dünya deyince, hani çok seyahat eden, pat Amerika'da, pat Asya'da gezenlerin gözüyle algılanan, yani dünya, yani gezegen anlaşılmasın sakın. (kilo desen 2 kg farkım var, ruhum kalınlaşmış olabilir, o başka mevzu) Toz parçacığındaki küçük hayatım ve ben ve standım söz konusu. 3 numaralı 2.5 x 1.5'luk alanda yaz gecelerini, ct pazar öğledensonralarını , canım akşamüstlerini harcayacağım kutudur bahsi geçen... (Birden öylesine yabancılaştım ki!) Küçük abicim burası yaa.. Sığamıyorum, sığışamıyorum bir türlü..Mesut diyor ki durmadan çoğalıyorsun ondan, sevgilim kaygılanma bu da geçer diyorken, hep bir Japon evinde sade yaşama hayalleri kurarken, evimizde yapamadığımızı, 4 m2 bile olmayan bir yer kiralamak suretiyle, üstelik para kazanmaya çalışarak yapmak ne tür bir eziyettir, biri söylesin. Herkes sustu, ben söyleyeyim..Yanlara taşamıyorsun, 2 uzak ampulle bi boku aydınlatamıyorsun, (başka spota izin yok) 5 koleksiyonun var, masrafı ağır, malzemesi özel, tasa

Aşk olsun sana çocuk, maşk olsun!

Resim
Sergimizden şöyle ciddi fotolar koyayım, dedim. ( Fransız' ve Medyamask'ı Yıldız'ın arkadaşları aldı. Biri fotoğraf denemelerinde kullanacakmış. Büstlerden de sarı olanı Cevdet Hoca'ya söz verdim. En alttaki 3 tane Belediye Başkanı Hakan Tartan'a bahtiyar gönlümün yadigarıdır, üzerinde kelebekler uçuşanın ilk versiyonu Serdar Başkanı'ın eşine armağanımdı, Mart'ta.) Baktım, epeydir yazmamışım da..Hadi be yaw Deniz, dedim. Yeni yaşımda üzerime bir durgunluk, tembellik mi geldi, nedir! Naayyırrr, naslında. Müthiş bir çalışma temposundayım, boyun fıtığım sinyallerini gönlümün kıyısına değil, sağ elimin kenarına şiddetli uyuşmalar şeklinde vurduruyor üstelik. Naturel koleksiyondan çıktım nihayet. 2009'dan erkek kolyelerini, bilezikleri toparladım, tadilatlarına giremedim. Atölye gündüzleri 40C civarında, herşey üst üste..ne yapacaksam yukarı taşıyorum. Gururlu Ponpon Prenses'in 3 cüceleri büyüdü, ayaklandı, verandada yalpa yulpa geziyorlar.. Oruspu Miğğn