Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

şimdi tasarım zamanı..

Resim
Hep sohbet muhabbet olmuyor, biraz da üretim sürecini yazmalıyım.. Geçen gün Ege çağdaş eğitim Vakfı'na gittim. Yılbaşı için ipli gümüş çocuklu bilezikler yaptırmışlar İstanbullu bir tasarımcıya. Bir grup iplerini, elele figürlerini takıyor, biz 2 profesyonel sıkıştırmalarını..Bitmedi orada, eve getirdim, tamamlayıp iade ettim. Başkanla birlikte baharda yeni bir proje üzerinde çalışmak üzere sözleştik. Bilezikler ve gümüş küpelere başlamak için İstanbul turu gerek. Seri yani çok adet gireceğim için malzemeyi hazır, modelleri sıkı kurmalıyım, diyorum. İri delikli gerçek inci siparişim Shanghay'dan gelemiyor, Hale bulamamış, diğerleriyle çalışmaya başlayacağım şimdilik. Bakalım ne yapabiliriz.. Yöntemi farklılaştıracağım o kadar.. Christmas koleksiyonu hazır..50 parça kadar. Mekan bekliyor, olmazsa konsinye dağıtacağım. Yaza eritirim de Tayland için para lazım, satsam şaane olur. Son Tahtakale alışverişinin hepsini keçelerle erittim. Ahh yeni malzeme istiyorum, beni ne kadar heye

Alsancak'ta sanat takılmaları

Resim
Egeart Sanat Günleri başlıyor diye okuyunca bir yerlerde, sanki yemeyip içmeyip kendini galerilere ve sergilere atan, iflah olmazz bir sanat tutkunuymuşum gibi internette şöyle bir salındım. Soluğu eski havagazı fabrikasındaki seramik ve grafik sergisinde aldım. Yıldız da katıldı bana.. Oradan doğğruu Alsancak Garı'na ki o sergi de inanılmazdı. Atık kağıtlardan yapılma.. Diğerlerine yetişmeyeyim de nasıl olsa açıklar, Jean gelene kadar beraber profesyonel kameralarla takılırız dedim. Hoppp Alsancak Kıbrıs Şehitler Caddesi... Bir pub bulduk Miko sokağında yerimizi aldık azizim.. Malum nikotinciyiz. Dışarısı buzz ama 2 biradan sonra fark kalmıyor nasıl olsa.. 2 saat içinde 5 tanıdık geçti, sanırsın randevulaştık..Her biriyle sohbet o biçim.. Sonra acıktım, otobüse atlayıp döndüm..(Kentin en kral yanı bu, vızır vızır otobüs var her yere, sıcacık..) Seviyorum ben bu İzmir'i be....

Bon Appetite!

Resim
Tam Julie&Julia'yı izlemişim, kadın hayatında koca desteğine bir kez daha hayran olmuşum, şu bizim bloğu da yazmıyorum epeydir, dedim. Girdim nete. Bu çok önemli, 2 kadın da başarıyorsa kocaları tahammül edip destek verdiği içindir. (Beste'yi okudum ki amaninnn, ne güzel şeyler yaşamış, yazmış, yorum yolladım, kutladım, sonra işe koyuldum.) (Nora Ephron'un başka filmlerini izledik mi, bilmiyorum, araştıracağım.) Filmi basından okuyordum da Golden Globe'da Meryl Streep en iyi kadın oyuncu adayı olunca liste ile gittiğim dvd'cide buluverdim. Hemen hayatı durdurdum. Müthiş bir oyunculuk, geçen sene Doupt'ta izleyip gebermiştik. Ne üretken bir kadın...

Avrupa'dan satın aldığım en acaip şey!

Resim
La Fayette mağazaları bir vitrinler yapmış; Japon turistler ve benim gibiler durmadan görgüsüzce fotoğraf çekiyoruz. Kimi vitrinlerde çeşitli oyuncaklar, müzik eşliğinde belirli bir koreografi ile dansediyorlar ki çocuklar çıldırıyor. Öyle böyle değil...Ben mağazayı alt üst ediyorum, yeni takı modellerini küçük kağıtlara not ediyorum. (Geçtiğimiz yıllarda büyük bir derginin moda editörü edasında ve de büyük bir ciddiyetle ses kayıt cihazına kaydediyordum ama eve dönünce hiçbir şey anlayamadığımdan çizmek suretiyle not etme pozisyonuna geçtim.) Aslında bu yılki en müthiş keşfim Rivoli'nin arka sokağında bulduğum Vintage dükkanıydı. Binlerce giysi, şapka, çanta, eşarp, kürk, hırka, kazak, aklınıza gelirse mevcut burada. Tıklım tıkış, Ruslar ve kuzeyliler birbirini ezmekte. Christian Dior'un 70'lerden kalma ceketlerinden, tiyatro kostümlerine, Austin Povers gömleklerinden dansöz büstiyerlerine kadar neler var yarabbim. Delirdim tabii. Yeleklerimi süslemek için çiçekli elbisele

yine yeni yine yeni projeler

Resim
Paris'te kaldığım sürenin neredeyse bir haftasını manifaturacılar çarşısında (Barbes'te) geçirdiğimi söylemiş miydim? Bütün o kumaşlara bakarak, dokunarak, mağazalarda avanak avanak gezerek ayakta duramaz hale gelip eve dönüyordum. Beğendiğim herşeyi alabilseydim keşke. Takıya, giysiye, abajura dönüştürebileceklerimi seçtim sadece, aklım nelerde kaldı tabii. Fotoğraftaki kumaşta yuvarlak desenler var Onları önce kesiyorum, sonra farklı tekniklerle çiçeklere çeviriyorum. Sonra bu çiçeklerin ortalarına yarım keçeler yerleşiyor. Kahverengi italyan ip, metalizeler, tahta ve akrilik boncuklar asimetrik bütünü tamamlıyor. Şık duruyor. Ne kadar zaman aldığını varın siz tahmin edin. Bu yıl iri çiçekler pek moda. Taçlarda, kolyelerde, yelek, çanta, şapka her yerde. Geçen yıl başlamıştı zaten ve yaz koleksiyonumun bonbon serisinde parlak renklerde kullanmıştım. Kış takılarında renkleri biraz daha ciddileştirdim.

mutluluktan öleyazma günü

Dışarıda tıpır tıpır yağmur; bavulları boşaltmışım, kahvaltıda kıymalı börek özlemimi de dindirmişim. Kanapeme yayılıp film izliyorum, çalışarak... Yeni malzemeler var, heyecan dorukta. Kediciklerim kucağımdan inmiyor, herşeyi bir yandan yıkayıp asıyorum, yeni listeler uyarınca. Bu işte! diyorum. Budur, bu kadardır, uzakların, gitmelerin en güzel yanı dönmektir, dönecek bir kulüben olduğu sürece...

" Tak, tak, tak! Kim O?

Resim
- Benim. Tam Yetkili Kader ve Degisim Acentasi. - Gercekten sen misin? - Tabii ki degilim sapsal... Oyle bir sey yok ki. Ben rastgele yoluna cikan sansin, akilsiz bir yolcusuyum. Bictigim toprakta, biraktigim izlerde yollar fark ediyorsan bu senin ayricaligin olur, ama verecegin onemli kararlari o 'yollar'a dayandirmaya kalkarsan, nice surprizlerle karsilasabilirsin. Yani, talih hangi sartlara dayanarak tecelli ediyorsa etsin.... yani hayatlarimizin hikaye kitabini ister ilahi yazgi, ister salt sans, ister irade kuvveti yazmis olsun, bir seyin, dolayli olarak da olsa, bir baska seye yol actigi asikar." ( Cevirmen Sebnem Kaptan Goktas) Yine alinti yaptik Tom Robbins ustadan. Kitabin ozgun adi Villa Incognito..2003'te biz nelerle ugrasirken yazmis ustelik. Kitaptan koparmak dogru degil boyle kafamiza gore paragraflar da, iyi geliyor, yazinca. Okudugumuzda delirmistik. (Cevirmen de tam koparmis, bu arada, eski ile yeniyi eklemleyerek) neyse... keske ingilizce orijinalind

Paris'in moda merkezine yolculuk

Resim
Bugun Marais, Place des Vosges, Rivoli, Les Halles gunum. Taki malzeme toptancilarina da bir goz atacagim. Ancak Turkiye'de bulunmasi imkansiz ve ucuz(!) birseylere rastlarsam alacagim. Paralar coktan suyunu cekti cunku...

gun gecmiyor ki bir gun daha gecmesin, saygideger okurlarim!

Paris'e adim attigim gunden beri yapmadigim bir karniyarik kaldi, valla...(O da patlicanin kilosu 3 euro oldugundan) Arnavut cigeri mi istersin, fasulye pilaki mi? Karnabahar ograten, sahan kofte, ispanak kavurma, domuz tote, zeytinyagli borulce, sarimsakli lahana salatasi...ve daha niceleri. Ev kadini olmak super sahane ve acaip can sikici bisi yaa. Bugun deneysel bir calisma yapayim dedim veee "hicli kofte" ettim. Fotosunu ilerleyen saatlerde yerlestirecegim. Cevizli kiymali ic ve bulgur pilavindan olusan bu sahane yemegimiz mucver ve yogurtlu havuc esliginde yenilecek. (Bir de endive salatasi yapariz, elmali) Normal sartlar altinda 21.00'de, bulasiklari yikamis ve cayi demlenmeye birakmis olacagiz. Tv olmadigindan yeni cdler dinleyip kitap okuyarak, bazen film izleyerek, internet gezintileri (surekli birlikte olsak 2.internetli bilgisayar sart olacak adeta) ve listeler yaparaktan sohbet muhabbet geceyi noktalayacagiz. Sabah kalkis saati 06.00 Jean icin. Benim belli

Paris'te bisiklet turu

17 gundur uzaktayim. 5 gun sonra da yine yollarda. Bayram kutlama mesajlari gelmis postama. Ne zaman bayram haberim yok. Bel fitigim ataga gecmek icin tetikte bekliyor. Uzun yuruyusleri ve bisiklet binislerini durdurdum. Ilk gun bisikletle evden Bastille'e gidip geldik. Mouftard'da kutuphane ve vitrin molasi verdik. Cok zevkliydi ve sandigim kadar yorucu degildi. Ayri yollari, ayri trafik lambalari var zaten. Sadece otobus, taksi ve bisiklet icin olan ortak kullanim yolu, genelde sagda ama bazi bulvarlarda ortada. Kavsaklar inanilmaz tehlikeli benim gibi alismayanlar icin. (2. bisikleti internette bir ilan gorup aldik. Frenleri biraz sert ama aslan gibi.) Odeon'da dusmeyi de basardim bu arada. Biraz morardi, sisti dizim; bu da gecer deyip devam ettik. 99'den beri ruyamdi, yas kemale erince 10 yil sonra gercek oldu, orasi baska! Belki de butun hayatimiz, kontrolu mumkunatsiz bir timing meselesinden ibarettir, kimbilir?

Bu da nesi?

Resim
Evettt. Soruyorum: Yandaki ambalaj a) kus yemi mi b) kus kafesi temizleme tozu mu c) Fransiz oraleti mi ? Cevap veriyorum, hicbiri. Bu paket bir toz seker ambalaji. Kapagi cevirerek aciyoruz, dokuyoruz nereye istersek, istedigimiz kadar.. Jean'da sable, pogaca yapma modasi basladi ya ondan almis. (Biskuvitler cok yagliymis.) Uzumlu, tahinli, susamli birseyler yapmak icin saatlerce mutfakta kaliyor. Diet geregi sekerleri pek az, ama lezzetli oluyor. Disari cikarken yanima alip katurrrrrr kuturrrrrr (dislerin sable sertlik derecesini azaltma sesi) yiyerek dolaniyorum sokaklarda! Hava tatsiz, gez gez bir sure sonra hersey gri ayniliginde. Vitrin fotolari cekiyorum ama taki reyonlari hep dipte. Yeni seyler az. Zaten Christmas yaklastigindan parlak tasli incili takilar fazla. Guzel seyler var ama cok pahali, Kuzey, Barbes bolgesi ucuz tam zenci zevki icin. (Buraya ilk gelisimde metrodan cikmamla geri inmem bir olmustu, alistim sonra) Mesela bakiniz yandaki altin kaplama kolyelere! Bu ka

Paris ve Fotograf...

Resim
Her yil kasim ayinda Paris, fotograf sanatini yuceltiyor bilindigi uzere... Aralik'ta gelmekten daha keyifli ve cokk yorucu sergiler var. 2 3 gun icinde bizim gibi isi ciddiye alanlarin beynine, her milletten abartmiyorum 1000’e yakin fotograf dolusuyor. Bir kismi kiskancliktan kudurtuyor insani, oylesine muhtesem. Bazilariysa secilmis bulanikliklari, sacma kadrajlariyla "ne yani, bunu ben bile cekerdim ulan, seklinde bir Kenan Evren sendromu da yaratmiyor degil, aslinda. Tabii New York, Tokyo, Dubai gibi kentlerden dev galeriler ve sanatcilari, oda duvari boyutlarinda baskilarla katiliyorlar. Jean’la birbirimize anarsistce bakiyoruz. Kimi fotolarimizi biz de bu kadar dev ve mukemmel bastirsak, sonra gizlice sergiye girip bir yerlere assak, unlu fotografcilarla ayni muameleyi gorur muyduk acebaaa, diye dusunuyoruz. (1 gunlugune cok unlu olacagimiz kesin de otesini bilemiyoruz)

Seine nehrinde dugun...

Resim
Adam Jean'in okuldan arkadasi ve de Fransiz, gelin Alman, konuklar her milletten, cogu Japon. Nikah Budist tapinaginda yapilmis, dugun Seine uzerinde gezinen turist teknelerinden birinde. Ama nasil luks, nasil asil bir ambians. Resmi giyim istemediklerinden temiz pak ve sademtrak giyinip ( Jean bisiklette, ben standda gibi) gittik cumartesi gecesi. 7'den 9'a degin Seine'de gezinip durdu tekne. 4 dilde konusmalar, sakalar, sahane bir yemek, dans. Eiffel'le saatlerce yan yana olmak nasil birsey yahu! Simdi durmadan renk degistiren bir mucevher diyecegim, kitch kacacak. Ama oyle; ya bayrak renkleri aliyor, ya yildizli gokyuzu piriltilari. Izlemesi doyumsuz. Hadi ben turistim, gorgusuzum. Ama butun konuklarin binlerce foto cektigini gorunce bu hayranlik evrensel olmali, dedim. Paris en cok Eyfel Kulesi galiba... Peki biz ne yaptik? Izmir'deki Monsieur Eiffel tasarimi Eski Balik Halini, okulu kiran sumuklu genclerin takilacagi sevimsizlikte bir alisveris merkezine do

Amsterdam sasirmalari 2

Resim
1. Her an her saat bisiklete binen insanlar var sokaklarda. Amsterdam kadinlar icin epeyce guvenli bir kent galiba. (Sih Ali'ye soralim sonra) Bisiklete binenlerin hepsi soguk ve yagmur camurdan korunmak icin neredeyse bir ornek giyindiklerinden, sinifsiz, genc, esit ve ozgur bir toplum duygusu uyaniyor insanda. Arabalar, marka, model, renk, yas gibi etkenlerle onyargilarimizi sekillendiriyor ya, burada herkes sadece kulustur bisikletli birisi ilk bakista. 2. Her yerde sigara icmek yasak. Halbusem butun pazarlarda tohum satisi serbest. Kafa yormadan, gunun birinde her metrekaresinde tutun icmenin serbest oldugu bir turistik sehir olmasini diliyor, bu ne celiski deyip geciyoruz. 3. Otomatik portakaldan sonra otomatik hamburger kavramiyla da tanistik. Acelen var, bufeye ugrayip, aga verr ordan bir kumru, pardon ciizburger demiyorsun.Parani kumbara deligine atip metal kutu raflardan birinin icinde seni sicacik bekleyen burgerini alip gidiyorsun. ( Bekleyip baktim, aninda kutunun icine

Paris'e intikal...

Resim
Blog yazmak da bir mood gerektiriyor. Nihayet zaman ayirip bir de kafami toplayip oturabildim bilgisayar basina. A klavye beni cok agirlastiriyor belki ondan tembelligim. 16 gundur evden uzaktayim. Karaburun'da yine hayvan katliami yapildigindan 2 gun komadaydim. Hangi kedilerim oldu bilmiyorum, nasil bir sucluluk duygusu hissediyorsam, nefes alamiyorum. Karaburun evinde bilinmez bir duvar icinde boru patlamis, habire banyoyu su basiyormus. Donunce cok is var; yaptirmasi zor olacak kis kiyamet, bir de kime? Kayit zamanlamalarinin karismasi bundandir.

Amsterdam sasirmalari I

Resim
Taze taze yazamadigimizdan drajelere gectik sonunda: 1) Van Gogh muzesi, evrenin yaratici dokunusuna inanan insanlara (benim gibi) siki bir tokat patlatiyor, kanimca. Sadece ve sadece 37 yillik yasaminin her gunu, arayislarla kendisini yeniden..yeniden yapmaya calisan; kirmizi ile yesil, mor ile sari, turuncu ile mavi arasindaki gecislere ruhunu gommus bir deha karsimizdaki. 2) Buenos Aires'teki dev kavsaklarda, yayalar gecerken ellerindeki reklam panolarini araclara gostererek, Paris'te vucuduna asip dolasarak para kazanan insanlar vardir. Bu kentte hicbir tramvayda, otobuste ve bisiklette reklam yoktu. Birilerinin dusunmemesi imkansiz. Aferin diyoruz diger birilerine. 3) Bira cenneti olmali bu ulke ama siseler fazla kucuk, fiyatlar kalin geldi bize. Belcika biralari bilhassa ozel takdirimizi kazandi. 4) Red Light District'te yurumek, her gunu cizgi roman karesi bir ulkeye dalmak gibi hissettirdi bana kendimi. Bol isikli ama karanlik, sokaklarindan urkekce bir merakla ve g

Ruh derken tam olarak neyden bahsediyoruz?

Resim
"Bir kere, pop kulturundekinin aksine ruh, mutsuz bir ask iliskisi yasayan kilolu bir gece kulubu sarkicisi degildir. Ruh dedigin berber dukkaninda takilmaz, aksam yemeginde sardalya kizartmaz ve ic camasiri cekmecesinde tabanca bulundurmaz. Zor zamanlarin ve ucuk yasamlarin ruha cesni katabilecegi gayet dogrudur ama ruhu asil kabartan maya, nesedir. Meseleye su yonden bakalim dostlar. Ruh muhtemelen biosferin, insanin duyu merkezine kayitli ve orada buyuyen otantik titresiminden fazla birsey degildir. Nihayetinde, belki de bir fikra hayal etmeliyiz yalnizca; asla tamamiyla anlasilamayacak kadar koyu ve garip bir aksanla surekli yeniden anlatilan, uzun bir fikra. Hayat, iste o fikra dostlarim. Ruhsa, kahkahayi bastiginiz kisim!" Tom Robbins'in Villa Mechul'de soylev veren kahramani Stubblefield olayi cozmus :)))) Bakalim biz ne zaman kavrayacagiz?

Yayalara ozgurlukkk!

Resim
Arabadan, hatta insanlardan daha cok bisiklet var bu kentte yahu. Yuruyorsan surekli dikkatli olacaksin, her an bir bisiklete toslayabilirsin. Park halindekiler kaldirimlari isgal etmis, ustelik kimileyin arabalardan da insanlardan da daha fazla ayricaliklari var. Yaya haklari diye birsey yok ozetle. Her koseden taksi gibi yolcu tasiyan, konteynerli, 4 pedalli, bebek oturakli, minik tekerli katlanmali, suslu puslu, plastik cicekli bisikletlerden olusan bir tabur cikiyor karsina. Alisiliyor tabii. Anlatmasi imkansiz bir ozgurluk hissiyle doldum. Genc olsam bu kente kacardim bir yolunu bulup mutlaka dedim icimden! Ruhuma cok iyi geldi.

super lux otelimize varis!

Resim
Metro yerine banliyo trenine binmisiz meger, cikarmiyor makineler disari. Sonunda bayan polis amir gelip koyveriyor bizi disari. Giris 11'de olacagindan sabah sabah, acik Kafe bulma calismalarimiz basladi. Kalacagimiz yer bir tekne, Nemo adli bilim muzesinin yaninda demirli. Yan fotodaki bizim yuzen otelden gorunen deniz tarihi muze kalyonu. Giriste nonstop 80'lerin muzigi calan (Con Bon Covi pek bi favorileri bu arada) kahvalti ve oturma salonu, asagida 2 kisilik 4 m2 ranzali, kafesimtrak odalar var. Uzun bir dolap bi de lavabo. Tuvalet dus ortak. (Asagiya merdivenlerden ayaklarini yan yan basarak inebiliyorsun, o kadar kucuk mekanlar yani!) Iyidir iste yaa, dedik attik kendimizi kente... 72 saatlik kartlar aldik hemen. Tramvay, metro, otobus, butun muzeler bedava. Baska olaylarda da indirim var. Zaten kolay bir kent. Yurumesi zevkli, soguga karsi korunakliyiz ya 5 kat giyinmisiz, bavulda her ihtimale karsi antibiyotikler. Durup durup yeniden yagiyor, yagmur. Cevremizde binle

Amsterdam Paris otobusunde muavin rezaleti!

Resim
Aslinda muavin falan yoktu, keske olsaydi, saka yaptimmm;) Avrupa'nin 2 dev baskenti arasinda gidiyorsun, Belcika'dan geciyorsun, cep telefonun hosgeldin bes gittin mesajlariyla yikiliyor ama ne yer numarasi, ne bagaj disiplini abicim! Paris'te biletini tipki ucak gibi check in yaptiriyorsun, sidikli bir garajda Londra otobusunun yaninda bekliyorsun, sonra itis kakis otobuste yer kapiyorsun, 8 saat gidiyorsun. Izmir Istanbul gibi neredeyse! Ulan bir tas kahve verir koskoca Eurolines sirketi, 74 euro odemissin aslanlar gibi, di mi! Nerdee, kaptan sofor kapida biletleri topluyor, kemerini bagliyor ( ! ), suruyor 120 ile. Her yer otoyol, bi basiyor, bi basiyor oyle boyle degil; (Bu kadar eski model otobus bizim Vangolu Seyahat'te bile kalmamistir, o baska ) Keyfine esince duruyor uzunn uzunn bir yerlerde. Kaptan kayboluyor ortaliktan, biz de bekliyoruz yedi millet. (Evet otobuste Turkler var, olmaz mi bee) Hollanda girisinde sik kostumlu geceyarisi polisleri pasaport kontr

....Paris, bana hosgeldin dedin mi?

Resim
Her gece 4’lere kadar yatmak bilmem, dun gece 3’u zor ettim. Bayram Abi geldiginde Mini’yi opuyordum... (Cinka yine 40 m’2’de kayipti) Ic hatlar girisinde beni gurbete ugurlayan taksi soforu abimizle kucaklasmamiz polislerde kucuk bir saskinlik yaratti. Sirt cantamda yan yana duran 4 mermi, pil oldugunu kanitlarken super x ray uzmanina, yan ceplerine tikistirdigim donlar ortaliga sacildi; tuhaf isimli kitaplar merak konusu oldu, hard diskler coraplarin icinde derin guvenli uykularindaydi sukur, Cinka giderayak belcantama isemisti ama kesif kokuyu benden baska farkeden olmadigi icin ben de olu taklidi yapiyordum, sonunda Istanbul ucagina kapagi attik azizim! ....... Freeshop’tan 2 raki 2 karton da 2001 sigara kaptim, parasiynan bittabiii, parfum reyonunda( vakit var daha deyip) gecmiste sevdigim butun parfumleri uzerime boca ederek (Shalimar, Kenzo, Diorissimo, Eden) , belesss bittabii, Paris ucaginda yerimi aldim. Ben yanimdaki pahali takim elbiseli isadaminin koltuktan bana tasan iril

...ve gidiyoruz!

Pazar günü, öğleden sonra saat 3 gibilerden Paris'te'yim. Amsterdam için yer rezervasyonu yapmadık, Şıhali'den haber bekliyorum. Gidince ortalıkta kalmak da var. Bilmiyorum artık. Yanıma sadece ametist, bilezik sedefi, tel aldım. Körlenmeyeyim diye. Minimum dedikse de yine bavul ve sırtçantası domuzsıkısı oldu. Macera sabaha karşı 3'te başlayacak, 11'de Paris'teyim. Şimdilik durum budur.

dünya değişti ben hippy kaldım!

Ruhum eve döndü sonunda, uzun uğraşlar sonrası, onun bir hippy olduğunu; ruhumun yani, farketmem beni şaşırttı mı, hayır! Sanki başka birşeymişiz gibi! O kadar Janis japlin dinliyoruz, hepsi boşunaymış gibi. (bkz: ruh beden gönül kalp beyin kombinasyonu) Bu gece blues dinliyoruz hep beraber! iyiyiz yaa.. Evde ne dans, ne dans! Arada sokağa çıkıp evi dinliyoruz, sorun yok! Yani alt üst yan komşu muhabbeti olmadığı için, ya da kepenkler bizi koruduğu için, ya da rüzgar da yeterince çıldırdığı için, ya da tahammül ettiği için kasaba bize, arada kaynıyor cumartesi 68 ruhu partimiz... Ev kedilerimiz köşelerinde alışkın uykuda. Üvey kedilerimiz sakin, kuytuda doygun. Bilgisayarın etrafı, yerler, askılar, divan, koridor ıncık cıncık dolu.. Deniz yaptığını asıyor. her birini tek tek öpüyor ruhu, keçeleri delirtiyor sonra ponponlarla sakinleştiriyor, o kadar güzeller ki diyor gönlü, kucaklıyor her yaptığını, beyni bunları kime kaça satacaksın ulan diyor, amsterdam bağlantısını bir an önce kur d

kızarsam bin boncuk şiddetinde kızarım

Hayatının emeklilik sonrası 6 yılını takı tasarımına ve satışına ayırmış (yarı amatör yarı profesyonel biri olarak) çünkü 20 yılı da reklam sektöründedir. Kızgınım. Çünkü Kent pazarlarında birileri var...Bunlar ne alırsan 1 milyoncu da değil, yine çin hint toptanını biliyoruz da, öylesi de değil. bu kadar da olmaz diyoruz..Ametist yarı değerli taş bilezik satıyorlar, 3 sıra örülmüş, lastikli..5 lira. Birileri çok yoksun olmalı ki bu adama satması için veriyor. Benim bir tane alırken bile canım yandı.. Taşlar çok küçük, delikleri de. Tel tig isi. Dize toptan fiyatlarını da biliyoruz be abicim.. çüşşşş!

ben bende tutuklu kaldım...

.............

biz ne güzel insanlarız di mi!

26 ağustos 2009, gezegen dünya. gün pazartesi. Muavin: Ömrümde bu kadar problemsiz yolcu görmedim. Ama uyandırmasam Alibeyköy'de, Bornova'da ne bileyim bi yerlerde sonsuza kadar uyuyacaktı; şükür kalktı gitti. Cangoo: İzmir'de kalsam daha iyiydi, bu kasabada canım sıkılıyor; bir de arkada unutulmuş bir dergi yüzünden neredeyse yan camım parçalanıyordu, çocuklar ciddiye almadı da yırttık! Fransa Konsolosluğu: Geldi yine deli karı, 10 yıldır biz bıktık o bıkmadı, şu vizeyi verelim de, kurtulalım. Deniz Susan: Vizeyi yine koparttık ho hoyt efem.. Kaçalım, açılalım, kurtulalım buralardan. Paralar havayollarına uçuyor, sevgilim, yoksam haftaya mı gelsem?) Sevgilim: Bugün 1200 kulaç attım, çok yüzdüm. Zagotların fotoğraflarını çekmeye gidiyorum, Şimdi kucağımda kim var biliyor musun? Bahçe kedileri: Sen gidince bize kim bakacak peki? Atölye: Çabuk geri dön, yoksa tepende şeytanlarla melekleri çarpıştırırız.. Tahtakale: Enayi geldi, boncuklar son moda, ver gaz, veeerr gazzzzzzzzzz

vize hazırlığı

Resim
Mini ve Bidi'yi Karaburun evinde bırakıp gitmeye karar verdim. Boncuk Kangu da kalsın. Otobüsle giderim. Sırt çantam hazır, kalbim değil.. Paris günlerini yeni projeler için grafik tasarım ve photoshop tazelemeye ayırayım diyorum ama, 3.5 hafta ellerimin delireceğini biliyorum. İstanbul için minik bir malzeme listesi yaptım. Umarım üzerine abartma tozu ekmem! İklim o kadar güzel ki bu aralar, insanın yerinden kıpırdayası gelmiyor...Gökyüzü kapalı, hava ılık, rüzgar dingin, deniz buğulu. İskeleyi son turistler de terketti. Kaldık biz bize. Çetken (Yeni adıyla Karaburun) Kafe'de artık Ergin Pansiyon'un Volkisi duruyor. (Canım benim!) Ve sukabağından rakı kapaklı püsküllü çanlı 3 adet tavan süsüm açılış gününün heyacanını anımsatıyor o gece orada olanlara.. (fotolarını çekeyim, ne olur ne olmaz, kimi gadrini bilmeyenlerce çöpe atılmadan!) Atölyeye inip roman radyo kanalı eşliğinde oynaya oynaya, otantik takılarımdan 3 tane attırdım dün; kıpırdanma başladı sefil ruhumda, sonra

bahçede kanat mangal günü

Atölyeye indim, az çalıştım. Dinlenmem gerek, hevesim sıfır. Beşte beklediğim Fransız turistler sözünü tutmadı, onlar yerine radarda görevli başka bir muhabbetçi grup geldi.. Bunlar İngilizce konuşamaz, ben Fransızca. (Ankaralı arkadaşların bahçe daveti çok iyiydi, bu salaklar ve Emel/Ergün'ün ard arda telefonları yüzünden yarıda kesmek zorunda kaldım. Yorgunum yahu...

marifet iltifata tabidir!

Üstünde uzun uzun düşündüm bu deyişin. Hüner ödül gerektirir, Beceri mükafatlandırılmalıdır, ona göredir yani. O kadarsa bu kadar olmalı, ne kaa köfte o kaa ekmek değildir, yaptın mı ebenin patikası bişi, iyiyse, hoşsa, birileri mutlaka görmek, onaylamak, alkışlamak zorundadır gibi midir, ulan yoksa ben mi delirmişimdir? Yani 21.yüzyıl deyişiyle bu bir motivasyon mevzuu mudur, birileri bana yağ mı çekmektedir, nedir, nedendir, nasıldır, bunu söyleyenin kastı nedir? Hamiş: Not kağıdıma yazıp eve geldim lafı, söyleyen ve tanışları Parlak, Salman köyleri civarında yaklaşık 60 dönüme zeytin dikmektedirler, neyin nesi, kimin fesidirler, neden bu işleri yaparlar, niyetleri, yanımızda işleri nedir, bilmeyiz! Sahi;(a uzundur artık, şapka kalktı, kullanmak yasaktır. 2 kez kullansam aabii demek gibi olcek,,, yok abisiz hayatımız daha iyidir) Pazardan deli gibi sebze stoklayınca, ev orta halli yerli turist evi gibi kokmuş. Dondurucu dolu. Karnabahar salata, ıspanak kavurma, pırasa hazır... (2 ayd

gittim..kaldım..döndüm!

İnsanlar tatile deniz kıyısına, otele, ormana, dağa falan gider. Ben de gide gide İzmir evime gittim. Tatil arkadaşlarım Mini ve Bidi'ydi. Bütün listelerimi kenara bıraktım, Kanapeme şöyle bi uzandım. Ohh bee.. Aylardır ilk kez birşeyler yapmadan ve satmadan zaman geçirmek nasıl bir şeymiş! Önce dolabı doldurdum. Yeni filmler aldım. 7 tane de izledim peşpeşe. Kitaplığımdan okumalar yaptım. 2 gece dostlarla kafa çektim. Kıyıda oturup kente, Karşıyaka'nın ışıltısına, önümden hızla geçen yüzlerce araca baktım. Kenti özlemek budur işte dedim..Tıkır tıkır çalışan kablo tv'm, dev ekranım, konforlu yatağım, pratik mutfağımı özlemişim be.. Kablo internet çalışıyordu, ama bilgisayar yoktu, netbook kararını yurtdışına bıraktım. (biraz vitrin bakmak istiyordum, zaman kalmadı.) Döndüm geldim. Bahçe kedilerimi sütlü ekmeklerle doyurarak bana bu olanağı sağlayan komşum Sakal Faruk'a buradan selam ederim.

lodos esti, standlar uçtu, özgürlük geldi!

Bir telefon, anında iskeledeyiz komşu Faruk'la. Bütün standlar arkaya kaykılmış, belediye alarmda. Faruk da diyor ki önce mankeni kurtaralım, tecavüz eden falan olur, başımız belaya girer! Zaten tıklım tıkış arabaya kalan katlanır masa, raf, 2 adet eskiden cips şimdi takı askıntısı olan demirbaşımızı sığdırıyoruz. Kollarımızı adaya ve delirmiş rüzgara doğru açıp avazımız çıktığı kadar "Eyyyy, özgüürrlükkkk!" diye bağırıyoruz. Sezonu bir türlü bitiremeyenlere rüzgar gününü gösteriyor. Sonra... Yer ve gök karışıyor; deniz görünmez oluyor, yağmur pencerelere 90 derece acı yapıyor, ekranda "paramparça aşklar ve köpekler" ocakta mercimekli bulgur var.

uzaklara gitme zamanı geldi

Resim
Dat dara dat dat.. DAT, DAT! Dışarıda: ışık güzin tokgöz, efekt: ertuğrul imer, oynayanlar karaburun merkez mahalle tutsakları gibilerden bir radyo oyunu başladı. Bütün kepenkler zangırdıyor, braktığımız üç beş ahşap rüzgar çanı çlang çilong yapıyor, giriş ve teras kapıları açılmış durup durup çarparak bize korku filmi ambiansı yapıyorlar ki, yemezler, abicim! (Biz de mekanımızı durmaksızın "perfect stranger" ile sarsıyoruz ki, rüzgar utansın halinden. (bu hafta batıracaktır işi, referansımız cemal saydam hocadır) Biz bu gece sevgilimize uzaklara gitmek isteğimizi, uzak buluşma talebimizi söylemişizdir. Üstelik bu coğrafyalarda perfect olamadıysak da, pek yabancı da sayılmayız artıkın! Utanmamız sıkılmamız kalmamıştır. Merakımız çoktur. Korkmamız hiç!

money for nothing, just for free!

Resim
Ne için gerçekten bütün bu uğraş? dünyanın bütün egolarını kim özgür bırakacak? Kim ne kadar okşayabilir, egolarımızı (içimizdeki çocukları), para ne kadar onlara (ve bana) değebilir? Onlar nasıl kullanır, ben nasıl? Dostsuz, kimsesiz, yalnız dolanırken oportalıkta.. denizde değil, para içinde yüzerlerken bir yandan, durmadan sağlıklarından yakınıp ağlarlarken, ölümün hem bu kadar kıyısında dolanıp hem dedikodusunu yaparlarken, nedendir bu hırs be yaw? Bir türlü çözemiyorum. Bende de Cem Baba'nın deyişiyle (Ruhu şeytanlar kadar özgür olsun) bir enayilik var, besbelli..

korkulu bekleyiş!

herkes kepenklerini kontrol etti, kapattı, verandalar boşaldı, rüzgar çanlarını zorlamanın alemi yoktu, toplandı, iskelede tekneler brandalandı, önce sıkılandı, sonra salındı, balıkçılar yeni iğneler ve misinalar öbekledi, oltalarını askıya aldılar, veeeeeeeeee standlar boşalmış gibi yaptı, ben ekmek teknemi temizledim, yerde bulduğum her boncuğa bi de selam çaktım, 5 aylık o 6m2'deki emeğimi sadece onlar bilir, (boncuklar yalan söylemez ki!) mekancılar şemsiyelerini bağladı, naylon perdeleri yerine astılar, başıboş bebek kedileri torbalayıp dağlara bıraktılar, biz korumamız altındakileri sardalyalı ekmeklerle iyicene doyurduk, (ödlek tosbaalar, Karaburun'un en meraklıları çoktan kaçtılar bittabi, yakındakiler haftasonu gelir, uzaktakiler nisan'da, hiçbir şey değişmesin sakın buralarda diyenler, en çok isteyenler, en sahtekarlarrr) kalanlar kalmalıdır, kalmalıyım şimdilik, kaldım! Duyduk ki bu ellere kış geliyor, rüzgar ekeceğiz fırtına biçeceğiz... 90 km esecek! önce lodo

Randevulu takı satışlarımla Türk turizminin hizmetindeyim!

Resim
Nasıl başlık ama! Sonia'nın, yaşları kemale ermiş 29 kişilik trakking grubuna 2 gün standda, 1 gün Nergis çay bahçesinde, 1 gün de iskelede randevulu satış yaptım. Bu bütün perşembe elimde ne kaldıysa artık takıya çevirmek, dizmek, bükmek, birleştirmek, tamamlamak demekti. Cuma yıllardır olmadığı kadar erken kalkmak, giyinip makyaj yapmak, herşeyi yüklenip sabah sabah standı hazır etmek, konuşmak, sürekli gülümsemek, yanımda yeterince euro ve tl bulundurmak, güvenlerini sarsmadan doğru fiyatlandırmak, para üstlerini karıştırmamak demekti.. Bütün siyah inciler, kültür incileri, sedefler, yarı değerli taşlar, ametist ve akikler Belçika'ya doğru yola çıktı. Fiyatlar onlar için gayet şahane, benim için emeğimin karşılığıydı. Gece 29 tane nazar boncuklu bilezik yolladım otellerine, onlar uyurken, armağan. Keşke her ay bir kere, böyle bir gruba satış yapabilsem! Kendimi bütün enerjim bitmiş gibi, o kadar yorgun hissediyorum ki. (Salı bir grup daha geliyormuş ama ben yarın standı topl

bir gün bir film seyrettim, hayatım....

Resim
Değişmedi, ama keşke değişseydi. Gelişti..Daha önceden seyretmediğim için pişmanlık duydum. Kendimi cahil hissettim. Erken öngörülü insanlardan yapımcılar... Filmin adı Brazil.. yönetmen Terry Gilliam. Retro-future diyorlar bu türe. İşin trajik yanı 85 yapımı film.. ben seyrediyorum tesadüfen öğrenip 09'da. ne kayıp..Hikayenin dünyasını 60'lardaki gibi giyinen insanlar kontrol ediyor, flat ekranlı daktilo bilgisayarları var, olmadık anlarda istediklerini tutuklayıp bi de kaza süsü verip öldürebiliyorlar (burası tanıdık da boşver), daha gözbebeği kontrolü yok, her bina girişinde yanında alıcı kuş gibi hareketli uçan robotgözler var, en önemli insanlar en küçük odalarda tutsak gibi çalışıyorlar, yönetiminin gözü de hep üstlerinde, cep telefonu henüz yok şükür, bi de borular var..her yerde, içimizin karmaşası mıdır, artık bilmem. bir de robert de niro var, haksızlık var, anarşistler var..bi bakınız! neyse müthişşş!

Belçika insan gelmek var karaburun.çalışmak var, problem yok

Resim
Ben türkiye insan..emekli..ama çalışmak lazım, çünkü istiyor ben görmek dünya... o zaman para yok, problem var. Ne zaman dostlar gelmek beraber, yapmak parti..güzelll. ben hep yapmak güzel şey, turist sevmek ben, bijuu haaaa, o zaman ne yapmak var, satmak çok çokk, para var, problem yok.

Yanni için proje: Ders 1

Resim
Benden nasıl bir öğretmen olur hiç bilmem. Zorunluluktan değil bilerek isteyerek hayatımın çeşitli yıllarında öğrettim bişeyler, birilerine. Ama önce uzun yıllar öğrendim. Üniversite son yıl stajyer oldum. Master sürecinde co-terapist bile olmayı başardım(Konuşulanların kaydedildiği, sonra bütün hatalarından dolayı canına okunduğu yıllar...İyi değildim!) ................ Hayatımı kazanmaya başladığımda da Ajansmar'da stajyer oldum. Sonra hep stajyerler oldu. Önce Tasar'da. Sonra Elips'te...(Bizde yani, öğrenenden öğretene transfer olduğum yerler!) Gelirlerdi, giderlerdi...... Reklam metni yazmaya çalışan, bir reklam şirketine kapağı atamasa da oralarda oyalananlar; hırsları, enlerini de boylarını da aşanlar vardı mesela...(Biraz palazlandıklarında boş zamanlarında kitap okuyabileceklerini sananlar!) Azarlandıklarında utanmayanlar, üstelik sıfır iş temposundayken maaşları tastamam yatıyorken, telefonda saatlerce konuşanlar! Güçlü ortağa yağ çekenler, senden öğrendiğiyle seni

en iyi arkadaşım beynim ve ben konuşuyoruz öylesine!

Öğretmek nasıl bir duygudur? Öğrenen ne hisseder? Peki öğrenmek nedir, ne kadar hazırızdır yeniye, bilene ve bilmediğimize; pozisyonlar bellidir halbuki (sıkılırsak ben bunu biliyordum ki zaten diyecek kadar ahmak olmadığımızdan mıdır nedir, öğretirken egomuzu ne kadar parlatırsak o kadar söner tüm ışığımız. bilgi iyidir, ama deneyim daha iyidir.) Özetse, eni iyisi kendini sınamaktır , her koşulda, her yenide.. Süreç insana kendini yine tanıtır, kendini her pozisyona yeniden tanımlatır, yeniden yaratır belki de. Öğretene de, öğrenene de, hazırsan eğer, hep bi daa bence, bi daa, bi daa...

tabii canımmmmm!

Seni zehirlediler diye çok korktum, ben eve döndüğümde, bundan belli kapıda olacaksın, bir daha asla kaybolma ortalıktan, aptalll! (Eve dönüşümün ardından 3 saat geçmiş, mezarlık kedileri bile gelmiş kapıya, bizimki yeni teşrif etti, delirmekte haksız mıyım, bilmiyorum) Kapının önünde avaz avaz bağırıyorum, Cinka da sanki anlamış gibilerden 2 patiyi karnında yumaklamış, göz teması sıfır, önüne bakıp duruyor. Evi kapatıyoruz, kepenkleri kontrol ediyoruz, azın, çokun, artık allah ne verdiyse hardın rock'ın dinliyoruz,, ,,,, , ,,,, , ,, ,,,, ! The unforgiven. Bütün takılarımız havluların arasında, tedbirliyiz, bunlar son parti. Kurutuyoruz, ölsek yine yapamayız, yorgunuz. (Bütçemiz açık, hesap tutmuyor. 100 tl, yani 50 euromsu bir paramız kayıptır, düşürdük mü, kaç lira üstüyle karıştırdık, hatırlamıyoruz! demek ki 2 günümüz boşunadır, komadayız) 6 saattir standda donumuza kadar ıslak, iskele neminden sırılsıklamız. Yağmur yağmıyor ama gökyüzüne bakınca, bulutları takip edemiyoruz. Öy

çlong çlang, patonk, patank!

Standa uğur getiren kedinin el sallama sesi. Otafuku......Fukusuke! Şimdi masa üstünde. İhtiyarlar kurmalı, bol tiktaklı saaatler olmadan yapamazlar ya, bu da bize artık ihtiyarlamış bir yazı hatırlatıyor. Koyduk bilgisayar yanına, hababam, debabam biteviye el kol hareketi çekmekte bize! Cuma gecesi daveti gayet international geçti. Portekizce, italyanca, türkçe, ingilizce, fransızca, hamzaca konuşuluyordu. Saat 12'de bizim cangoo murat 124'e dönüşmeden, Selo'yu iskeleye bırakıp eve döndüm. (Ne güzel; yeni, bakımlı, denize yakın ama ıssız, güneşli, özenli, pırıl ama yalnız evler var!) Yarın Bea gelecek, Alain'in annesinin(90) yeni bluzuna uygun renklerde ne takı yapabilirim, ona bakacağız. Bu sıkça yaptığım birşey burada. 2 kez bir nişan elbisesine, bir kez sürpriz sevgililer günü hediyesine uyumlu takı tasarladım. Bir müşterinin 3 yıl önce satın aldığı lastikli bilezikteki boncuklardan(ama çok seviyormuş onları) yeni tasarım kolye, bir müşterinin oltu taşından Erzurum

Eylül'ün bittiğini kavrama günü

Resim
Vay bee. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmişiz de Ekim oluvermiş... Şunun şurasında 2010'a ne kalmış? 3 ay! Dingin ve huzurlu günler onu da söyleyeyim yalnız. Bahar gibi hava, deniz sütliman. Bahçe yemyeşil. Limon ağacı donatmış tepesini yine , narlar kızarıyor, üzümler topla topla, dağıt dağıt bitmiyor, asmalar sararıp dökülürken, yabani semizotları ve zambaklar geliyor. Karıncalarda bir telaş, kedilerde kış öncesi açlık paniği, sivrisinekler hababam ısırmaya çalışıyor. Gündüzleri aşağıya iniyorum. Malzeme ayırıyorum, sınıflıyorum, düzenliyorum bir yandan. Minitop ve Cinka tembellik yapıyor incirin dibinde. Denizde kalamar ve balık avcıları şanslarının peşinde. Ben bu boncuklar senin, şu taşlar benim, yeni daha sade ama daha iddialı modellerin ve yelkovan kuşlarının peşisıra çalışıyorum atölyede.. Acelesiz, radyoda ne bulursam dinleyerek. Sonra ne yapmaktaysam o grubun malzemesini toplayıp soluğu iskelede alıyorum. Yayılıyorum denizle burun buruna bir masaya. Bir de bira sö

çetken'de ergen şaraplarla dans günü!

Resim
Rüzgar dut kesilmiş bu illerde, davetlisiyim Şarapçıgiller'in... Boş artık bizim oralar, nedem.. napem gayrı. Neden durur, neden gideriz, nerden gelir, nere uçarız? bir deli yürek kalmış mıdır bizden öte, belli deeldir,. yarın köhne bir gündür, uyanmasam olmaz. :))) hiçbir doku, bana dokunamaz!

kaybedenler günü!

Resim
Bazen insanı, tek bir sözcük, tek bir jest, küçücük bir duygulanım bozabilir. kendimizi zor yaptık biz. bişeycikler olmaz, olmadı da bugüne kadar!

evet, hayır oynama günü

Resim
-Hayatımızda eksik olan nedir, baba? -Oyundur.. -Nasıl oynayacağızdır? -Kuralına göre! -Peki de kuralı kim söyleyecektir? ................... -Ne farkederdir? -Farketmediğini biliyordum zaten de, bunu dediğimde de, yine de, de mi be! . - Hiç bir şey vardan yok olmaz, yoktan var. - Peki, ben bi ebesinin patikası kitabı neden kaybetmişimdir? bu ne mahcubiyet, ne utançtır! -Aynı anlama gelen sözcükleri kullanmayalım lütfendir, ama lütfen demişimdir. (yatağı çekip, bütün evi devirip yine bulamamışımdır ödünç kitabı, belki öyle bir yazar ve kitap hiç var olmamıştır :))) ............. 2008 Bilim Kongresi'nde 14 tane satmış olduğum bu modelin takım bileziğini istiyordu Ziynet. Ortadaki dev Küba tohumundan kalmadı elimde. Diğer kırmızı ve sarı tohumlardan var, kırmızı fasulye desen bol, deleceğiz sadece. Bilezikleri de çok sükse yapmıştı. Küba Dostluk Derneği'nden biriyle tanışmıştım bu yaz, ona yazıp giden olursa sipariş vermeyi planlıyorum. (Bunu da kaybetmeden, kendime hatırlatmak i

kahraman boncukçu süpergümüşmarkete karşı!

Resim
Nı nı nı nıııııın... Artık iskele pazar sokağında yeni dengeler var. 1 No'lu belediye standı belediye personeli Binnur'un. 2 No gümüşçülerin. Dışarıya T şeklinde çıkma yapan dev floresan lambaları, parlak saten büzgülü masa örtüleri, demode yüzük ve zincirleriyle hoppadanak yerleştiler. (Bittabi eski sahip ressamla anında papaz oldular.) 3 no'da yılların yıpratamadığı, fakat Karaburun müşterisinin canından bezdirdiği boncukçu kız bendeniz var. (Kendim ettim, kendim buldum, gül gibi satışa sundum, yazılı pankartımı kaldırdım gayrı.) 4 No'da Reyhan, içeriye küçük bir sedir bile yapmış, paso örgü örmekte. 5 No, butikçi Figoş'un. Çevreyle laflamadığı zamanlarda giysi yığınlarının içine oturur, bir elinde laptop, bir elinde cips umurunda mı dünya moduna geçer. Hale, girişteki çadıra yerleşmiş olup kendisinden ve masasından daha büyük boyutta olan "GEÇİCİ DÖVME BURADA" afişiyle güz kaçkınlarını bekler. Diğerler ticaretçiler bilmem nerelerdedir. Sadece son stand,

gün gelir aslanlar gibi dalarız hayata!

Resim
Suya yani..;) Bu fotoyu geçmişten buldum, unutulmasın diye koydum. Çekim bitince Hale'nin makine (made in China, bittabi) tatlısu bardağına koymayı unuttuğumuz için bozuldu, garantisi yoktu, yüzdüğümüz, çektiğimizle kaldık. Olsun...

iskele dinbazların işgalinde!

Resim
Uzun sakallı, şalvarlı, tunikli erkekler, eciş bücüş siyah burkalı kadınlar iskelede yürüyor.. Bakakaldım. kanım dondu! Makedonya'dan ve Almanya'dan gelmiş müslüman bir grupmuş. Otel doluymuş.. Bunlar bu Karaburun'u nereden bulup buraya doluşuyorlar ulennnn. Sinirlerim bozuldu, standı kapatıp eve döndüm. Rüzgar yok, müşteri yok. 2 numaraya gümüşçüler, 3 numaraya Reyhangil gelmiş. Şezlonglarda oturup geceler boyu çekirdek çitlerler artık bol bol. Çay demledim, bir yandan da çalışenzi. benim canım neden daha çok yanıyor gibi hissediyorum?

çok uyku..sonunda kendime geldim

Resim
Ne uyumak, ne uyumak 2 gündür. Kitaplar bitti. Kışlıklar, yazlıklar ayrılamadı, yığınlandı sadece. Dolapta kalan herşey, ayıklandı, salataya dönüştü, pişti. Çamaşır, bulaşık yıkandı. Sonra Selo ve Nayman bastırdı. Bol müzikli bir öğle sonrasıydı. Atölyeden boncuk alınıp tv karşısına kurulundu. Yarın gece standdayız ya., az çalışalım, keyifle be yaw! Bu modelden bu yaz 3 tane satıldı. Fiyatı yüksekti Karaburun için, lakin aldırmadı sevenler. Alt gümüş kaplama 3 taneydi elimde de ondan 3 adet. Devamını bulamamıştım hiçbir yerde. Kısa versiyonundan 15 tane yapmıştım, 3 renk kumaşlı. İç boncukları daha küçüktü onların, kaba durmaması için öyle kurmuştum modeli. Balıklar, yusufçuklar, kelebekler sallanıyordu aşağıda neşeyle. Onlar da elimden Ağustos'a girmeden daha enginlere uçup gitti (Ben de arkalarından bakakaldım öyle!)

tatildeyim artık

Resim
4 günlük bayram çalışma temposu bitti. Salı gecesi 10'da yatıp 12 saat uyuyarak kalkabildim. Kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki hareket edecek enerjim kalmamış. Vitaminler durumu değiştirmedi. En iyisi yatağa uzanıp Elif Şafak "Aşk"ına devam etmek.

vın, vın, vın, vın, vın, vın baboo..

vın gibi esiyor derman yok, bay bay bay bay bay bay babooo bay gibi bayram, rahat huzur yok. Rüzgar batırdı yine bayramı. bu nasıl esmektir, bu nasıl hain bir rüzgardır? Yine herşeyi devirdi, düşürdü, uçurdu, kaçırdı. Müşteriler tam sevmiştir bir şeyi rüzgardan sinirleri bozulup yanındakiyle tartışır, çeker gider, arka branda, takı bavulunu devirir, bütün malzemen yerde tepetaklak olur tek tek toplarsın kutulara, aldırmazsın, Ergün'e bayramlaşmaya gideyim dersin iskelede yürürken üzerine serpintiler yağar, kenar masalar dalgalar altında olsa da naylon pencerelerin önündekiler keyiflidir. Bu nedir yahu.. nedendir? ben kimimdir, peki niyedir, öyleyse nasıldır? (Boşver diyorum şimdi, çok üzülmüştüm de.) Bizim küçük notebook parasının yarısı hazır da, kalanı için takside gireceğiz besbelli. Toplanıp 9'da geldim. Barbunya pilaki pişiriyorum. Deli poyraz dışarısını uçuruyor, bana ne. Kitabımız var, filmimiz var seyretmedik dolu, internetimiz çalışır, kedilerimiz toktur, uydu tv ara a

atölyede kendi kendimle bayramlaşma..

Resim
Yarın usta Eren, ikiz dikizler, eski 4 5 arkadaş daha cümbür cemaat Karaburun'a geliyorlar. Habire onlara nasıl zaman ayırıp birlikte olabileceğimi düşünüyorum. Mutlaka atölyeye de gelirler. İnip biraz derleyip toplayayım, ortalıkta görünmemeleri hususunda örümcekleri uyarayım. (çocuklar korkabilir netekim) İncir ağacı alerji saçma huyunu yarınlık unutsun. Kediler de ortama fazla kalabalık hissi vermeden kamuflaj olsunlar bahçede. Zengin görünmek için atölye buzdolabına bira yığsam mı acebaa? Vazgeçtim, kullanılmadığı zaten pasından kirinden belli olacak, temizlemeye de zamanım yok şimdi. (Kızııımm, konu temizlik olunca değerli zamanından ayıracak, hiç mi hiç zamanın olmaz nedense :)))

bugün bayram, erken kalkın çocuklar..

Gece sapıtan rüzgar sabah pişkin pişkin sırıtıyor yine. Ortalık süt liman şimdilik. Dışarıda masum bir pastırma yazı havası. Alfi tüm dehşetiyle pencerede. (Doyurulmasına rağmen biri sizi gözetliyor filminin başrolünü kapmış Gececik'ten!) Sıcak duşu bergamotlu çay izledi. Evi parlatıp, pırıl pırıl giyindiğimiz, babamızın elini öpüp konuk beklediğimiz (en son annem öperdi sahi) bayramları hatırladım. O minik çiçekli likör bardaklarından mutlaka 2 tane hatıra yürütmeye karar verdim, bir sonraki gidişimde kardeşime. Sonra vazgeçtim. Onda antika büfede, halbuki bende 2 ayda kırılır gider, mazi de kanıtsız bir şekilde kalbimize gömülür. Mahalle çocukları kapıma gelecek diye ödüm patlıyor. şeker de çukulata da yok. Bisküvi bile yok. 2'şer kedi krakerine çukulata sosu sürüp versem çakarlar mı acaba mevzuyu? En iyisi şu barbunya haşlanır haşlanmaz ölü taklidi yapmak. (Ya evde yoksam!)

"kurtul" günü.

Resim
Karaburun kurtuldu ya bugün, 80 küsur yıl önce... Konser müzisyenleri de çaldılar, söylediler, sıkıldılar, kurtuldular.... Seyredenler daha çok sıkıldı, bitince olay evlerine gidip kurtuldular.Biz dostlarla buluştuk, konuştuk, dertleştik, coştuk, paylaştık. Oynayamadan bi güzel, gece bitiverdi iyi mi!. Mahalle baskısı var mıydı? Olmaz mıydı yaaa ...(Merkez Mahalle (bizim mahalle) yakınında, yüksek sahnede arabesk şarkıcı olayları, baktığın her yön tanıdık, halbusem senin biraz.. biraz dağıtsam yaaa, dediğin yerler..) Kurtuluş günü şerefine ben de kurtulmak için şöyle bir sıralama izleyerek kurtulayım diyorum, artık neyden ve neredense! (Fonda nothing else matters çalar, 27.kez.. kadın bu gece Metallica'ya takmıştır.) Yavrum Deniz, yarın bekleyen balıkları pişir, kedilere ver kurtul, standı taşı atölyeye yağmur gelmeden, bu bağımlılıktan kurtul, şu son kalan ametistleri de diz kurtul, kimilerine küs kurtul, bazılarıyla barış kurtul, bazen iç kurtul, bazen içine at kurtul, yaz kurtul